Kitap okumayı severim ama sözde bir sevgi değil. Kafamda soru işareti uyandıran, bu soru işaretlerine cevap bulduğum kitapları daha çok seviyorum. Beyni hep genç tutar sakın unutmayın.

Banu Avar kitapları da böyledir benim için.

Kısaca kim olduğundan bahsedeyim.1980'li yıllarda Günaydın, Dünya, Vatan gazetelerinde dizi yazılara imza attı, muhabir olarak çalıştı. London City Univercity 'de yüksek lisans yaptı. Londra BBC Türkçe bölümünde radyoda çalışırken BBC televizyon belgesel kurslarına katıldı. Ardından TRT Londra muhabirliğine getirildi. TRT’de yayınlanan 32. Gün programının ilk yıllarında Londra muhabirliğini yaptı. Kıbrıs belgeseli, Demirkırat gibi belgesellerde yapımcı ve araştırmacı olarak görev aldı. 1985 yılından beri yapımcı ve yönetmen olarak çalışıyor.

Katıldığı her programı da kaçırmadan izlerim.

2018 yılında katıldığı bir programda yaptığı açıklama dikkatimi çekmişti. Toplumsal duyarlılıklarımızdan bahsediyordu. Bahsettiği konu, “Zemberek” isimli kitabında da yer alıyor.

Dünya üzerinde yaşayan her toplumun hassasiyetlerinin ölçümlenerek böl ve yut tekniği ile bir toplumun nasıl yok edilebileceği hesaplanıyor.

Nedir toplumun hassasiyetleri?

Din, dil, ırk, cinsel yönelim, mezhep, siyasi görüş, doğa, hayvanlar, çocuklar, eğitim, adalet, göçmen hakları daha da sayabilirim. Gazetelerde, televizyonlarda gördüğünüz haberlerin çoğu bu başlıklarda değil mi?

Peki ya bu kadar asayiş olayının yaşanıyor olması sizce tesadüf mü?

Banu Avar, bu konudaki en önemli savunmasını bakın neyi örnek vererek yapıyor.

Sosyal medyada sürekli sloganlar ile karşımıza çıkan bir adres var. Adı Change.org. Çoğu kez sizden belli başlıklar için imza isteyen bir site. Bu imzayı alırken hangi ülkeden ve milliyetten olduğunuzu isteyen bir internet adresi Change.org. Amerikan Savunma Bakanlığına bağlı bu site sizden aldığı bilgilerle, sizin toplumsal olaylar ile ilgili verdiğiniz tepkileri biriktirir. Bunun sonucunda da o ülke ile ilgili toplumsal hassasiyetlerin yer aldığı bir duygu haritası çıkarır.

Artık herhangi bir ülkenin hangi olaylara tepki verip vermeyeceği hem rakamsal hem de içerik olarak Amerikan Savunma Bakanlığına teslimdir.

Göz koyduğu devletlerin tüm bilgileri elindedir. Bir ülkede, iç karışıklık çıkarsa kolay parçalarım zihniyeti yeni değildir.100 yıllık plan önceden hazırlanmış ve buna göre hareket edilmektedir.

İlkokuldan, lise son sınıfa kadar bize, ülkemizin önemli yollara geçiş noktası olduğu ve jeopolitik önemi anlatılmıştı. Bizim ülkemiz, iç karışıklık çıkarmak ve elde edilmek için adeta elmas niteliğindeydi kirli eller için.

12 Eylül 1980 yılında change.org yoktu elbette. Yaşanan trajedinin başka bir açıklaması olmalıydı.

12 Eylül darbesinin alt yapısı 1950’li yıllara dayanıyor. Yardım ediyormuş gibi görünüp ekonomik olarak çökert tekniği bu iş için biçilmiş kaftan. Şu meşhur Marshall Yardımından biraz bahsedelim.

Marshall Planı; buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, malzeme ve makinesini öngörüyordu. ABD, kamuoyunda “Marshall Yardımı” olarak bilinen bu anlaşma çerçevesinde, 1949-1951 yılları arasında Türkiye’ye ekonomik yardımlar yaptı. Türkiye, artık Batı yanlısı bir politika izlemeye başladı. 1948’de Marshall Planı’nın diyeti Türkiye’yi emperyalist tekellere daha fazla açmaktan başka bir işe yaramadı. Bu yardımla Türkiye, ABD’nin bölgedeki taşeronu yapılmak istendi. Hedef, Amerikan sanayine pazar açmaktı. Bir borç tuzağı olan Marshall Yardımı ile Türkiye hibe adı altında borçlandırmış ve ekonomisi adeta çökertilmiştir.

Ekonomisi çöken ülkemize, eğitim adı altında güya destek verilmiş. Yaklaşık 20 yıl sonra ülkede söz sahibi olacak yeni nesil çoktan hazırlanmıştı.

Bunlar benim görüşlerim elbette. Farklı görüşü olanlara kapım her zaman açıktır.

1968‘li yıllarda ise Türkiye’de sağ-sol çatışması başlamış. Kardeş, kardeşe düşürülmüştür.

Bir ülkenin kaderi, önce borçlandırılarak daha sonra eğitim sistemine müdahale edilerek sinsi bir şekilde değiştirilmek istenmişti.

1968 yılında Hacettepe’de okuyan arkadaşımın babası ve annesi bana şöyle demişti. “Okuldan çıktığımızda sağcılar ve solcular çatışıyordu. O ateş hattında bizden taraf olmamız istenmişti. Hem sağdakilerden hem de soldakilerden sürekli tehdit alıyorduk. Oysaki bizim hayallerimiz vardı. Okumak istiyorduk.” Ne yazık ki okulu bırakmak zorunda kalmışlardı.

Söyledikleri şu cümleyi hiçbir zaman unutmayacağım.

 “O çocukları kullandılar”

12 Eylül 1980 tarihinde dört yaşında bir çocuktum. Ancak siyah beyaz televizyon ekranında Kenan Evren’in yaptığı konuşmayı, evimizde yanan ışıkları söndürüp oturduğumuzu hayal meyal hatırlıyorum.

Yitip giden o günkü gençlerin, bir hiç uğruna öldükleri haberlerini ise çok sonra öğrenecektim. Neler yaşanmış ne için yaşanmış. Bu yaşanılanların kazananı olmamış aksine 12 Eylül darbesi ile pek çok şey yitip gitmiştir.

Özgürce fikirlerin konuşulduğu, adaletli toplum olmaktan çıkılıp faşizmin hüküm sürdüğü dönemler yaşanmış.

Darbelerin toplumları geri götürdüğü, 12 Eylül 1980 yılında yaşanan kara leke ile ispatlanmıştır.

100 yıllık planın devam ettiğini sakın unutmayın. Yeni nesillere bunu anlatın. Bilsinler ki bu vatan toprağı kolay kazanılmadı.

Emperyalizm, gelişmekte olan her ülkenin yakasına yapışmış beklemektedir. Demokrasiyi uyanık kalarak taçlandırmak zorundayız. Önümüze sunulan ve bize cazip gelen durumları iki kez düşünmeliyiz.

Su uyur, düşman uyumaz.

Sağlıkla Kalın.