Son açıklanan enflasyon rakamlarıyla işçi ve memur kesimin alacak oldukları zamlar belli oldu. Açıklanan 8,45 zam oranı ücretli kesimin enflasyon karşısında ezileceğini bir kez daha gösterdi. Vatandaşın aldığı maaşın bir maliyet unsuru olarak görülmesi ve şehirleşmeyle insanların mutlak tüketici haline gelmesi sermaye sınıfı için hem ucuz işçiliğe hemde hazır pazara ulaşmayı kolaylaştırmış oldu. Bu haftaki yazımızda Türkiye’de ücretlerin geçmişini inceleyeceğiz.
Türkiye’de ücretleri inceleyeceğimiz zaman iki dönemi esas almamız doğru olacaktır. İlki 1963-24 ocak 1980 ve 1980 den günümüze kadar olan süreç. 1963-80 arası dönem Türkiye’nin başta tüketim ardından ara ve yatırım mallarında kendi kendine yeterliliği sağlamaya çalıştığı dönemdir. Bu dönemde iç pazar canlı tutulmaya çalışılmış. Bunun için ücretler iç pazarda alım gücü oluşturacak düzeyde tutulmaya çalışılmıştır.1961 anayasasının getirdiği özgürlükçü ortamla sendikaların toplu pazarlıkta güçlü olmasıyla asgari ücret yüksek tutulmuştur. Bu dönemin en önemli özelliği ücretlerin bir maliyet unsuru olarak değil, iç talebi arttırıcı bir unsur olarak görülmesidir. Yüksek işçi ücretleri özel kesimi emek yerine sermaye kullanımına itmiştir. Popülist politikaların bir sonucu olarakta ileri bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmuştur. Devletin ithalatı önleyici politikalarında sanayi sektörüne kaynak aktarımı ihracatta en çok pay alan tarım sektöründen olmuştur. Düşük emek verimliliğiyle tarım sektöründe çalışanlar emek ve ücretlerin daha yüksek olduğu sanayi ve hizmetler sektörüne yönelmesi tarımda çalışan işçi sayısının azaltarak, tarımsal üretimin azalmasına, talebinse artmasına neden olmuştur. Bu dönemde kırsal emek kentsel emeğe dönüşerek emek sömürüsünün artmasına neden olmuştur.1980 yılından günümüze kadar olan süreçte ise ithal ikameci büyüme yerini ihracata dayalı büyümeye bırakmıştır. Tüketim mallarında dışa bağımlığı büyük oranda azaltan Türkiye ara ve yatırım mallarında ithalatı azaltamadan finansal liberalizasyona gitmesi ülkenin dış ticaret dengesini olumsuz etkilemiştir. Günümüze kadar olan süreçte emek yoğun, geleneksel ürünlerde uzmanlaşılmaya çalışılmış. Bu ürünlerde rekabetin yüksek olması ve ithal ucuz ürünlerinde yurtiçi pazara dahil olmasıyla dış ticaret dengesi bütçe açığı vermemize neden olmuştur. İthalat azaltılmak için iç talep daraltılmaya çalışılmıştır. Ücretler artık devlet ve işveren için maliyet unsuruna dönüşmüştür. Düşük ücret- düşük maliyet- düşük fiyat- yüksek ihracat , günümüze kadar olan süreçte temel motto olmuştur. Dış açıkların bazen yüksek vergilerle kimi zaman yüksek kamu borçlanmalarıyla kimi zamanda kamuya ait kurumların satışlarıyla finanse edilmeye çalışılması bu sistemin sürdürülemez olduğunu bize göstermektedir.
1980 sonrası süreçte kürselleşmeninde etkisiyle ülkemize dayatılan düşük ücret- yüksek ihracat politikası gelişmiş ülkelere kaynak aktarılmasına neden olmuş, kırdan kente göçle emeğin sömürü potansiyelinin artmasıyla hem kırsalda hemde kentte yaşayanların fakirliğe sürüklenmesine neden olmuştur. Köyden kente göçenlerin sanayide vasıfsız elemana dönüşmesi ve eğitimde niteliksel ilerlemenin kat edilememesi ücretlerin düşük olmasının bir diğer nedenleridir. Türkiye’nin bu noktada yapması gereken geleneksel ürünlerden ziyade, rekabeti düşük, talebi yüksek malların üretimine yönelmesi ve katma değerli üretimden doğacak gelirin adil bir şekilde toplumun tabanına yayarak, emeğin milli gelirden aldığı payı arttırmak olmalıdır.