4 Nolu Nükhet-Salim Yavaş Aile Sağlığı Merkezi önünde düzenlenen programına Şehzadeler İlçe Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Müjde İlgün, KETEM Sorumlu Dr. Şebnem Güvenç katıldı. Burada vatandaşlara prostat kanseri, lenfoma ve Sepsis konularında bilgilendirme yapıldı. Hekime erişimin kolay olduğu ülkemizde prostat kanseri vakalarının yüzde 70,9’unun erken evrede teşhis edildiği görülüyor. Lenfomaların görülme sıklığı, erkeklerde yüz binde 6,9 ile kanserler arasında yedinci sırada iken kadınlarda yüz binde 5,2 ile sekizinci sırada bulunuyor. Sepsise bağlı ölümlerin en az yüzde 10 - 15’i aşılama, hijyenik önlemler, erken tanı ve hızlı tedavi yöntemleri ile önlenebilir. 

PROSTAT NEDİR?
Prostat: İdrar torbasının (mesane) hemen altında yer alan, içerisinden idrar kanalının geçtiği bir salgı bezidir. Prostat bezinin asıl görevi meniyi oluşturan sıvının bir bölümünü salgılamaktır. Normal durumda yaklaşık bir ceviz boyutundadır. Erkekler yaşlandıkça prostat bezi sıklıkla büyümeye başlar. Büyüyen prostat, idrar akışını engelleyebilir ve cinsel işlev problemlerine yol açabilir. Büyüme tek başına bir kanser belirtisi sayılmaz. Kanser hücrelerinin bulunmadığı prostat büyümesi benign prostat hiperplazisi (BPH) olarak adlandırılır. BPH, bir kanser olmasa da verdiği rahatsızlıkları düzeltmek için ameliyat gerekebilir. Prostat kanserinde, bez içinde kanser hücreleri gözlemlenir. Yaşlanmayla birlikte daha sık ortaya çıkan prostat kanseri dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de erkek kanserleri arasında yüz binde 40,3 görülme sıklığı ile akciğer kanserinin ardından ikinci sıradadır. Araştırmalara göre, bir erkeğin prostat kanserine yakalanma riskini etkileyebilecek birkaç faktör mevcuttur: Yaş: Prostat kanseri 40 yaşın altındaki erkeklerde nadir olsa da 50 yaş sonrasında görülme riski hızla artmaya başlar. Her 10 prostat kanseri vakasından 6'sı 65 yaşından büyük erkeklerde görülmektedir. Ailesel Yatkınlık: Prostat kanseri olan bir baba veya erkek kardeşe sahip olmak, bir erkeğin bu hastalığa yakalanma riskini iki katından fazla artırmaktadır. Genç yaşlarda prostat kanseri tanısı almış birden fazla akrabası olan erkeklerde de risk daha yüksektir. Diyet: Doymuş yağlardan (hayvansal gıdalarda bulunan yağlar, tereyağı, margarin, iç yağı, kuyruk yağı) ve kırmızı etten zengin, sebze-meyveden fakir beslenme alışkanlığının prostat kanseri riskini arttırabildiğine dair yayınlar vardır. Kimyasal maruziyetler: Bazı kimyasallara maruziyet riski artırabilmektedir. Örneğin itfaiyecilerin prostat kanseri riskini artırabilecek kimyasallara maruz kalabileceklerine dair bazı kanıtlar mevcuttur. Erken evrede hiçbir belirti vermeyen prostat kanseri, kanser dokusunun büyümesiyle birlikte bazı şikâyetlere yol açabilmektedir: İdrar yapma sorunları: Yavaş veya zayıf idrar akışı veya özellikle geceleri olmak üzere daha sık idrara çıkma ihtiyacı. İdrarda veya menide kan varlığı. Ereksiyon (sertleşme) sorunu (erektildisfonksiyon) Kanserin, kemiklere yayılımına bağlı kalça, sırt (omurga), göğüs (kaburga) ağrıları. Yine de yukarıda sayılan belirtilere, prostat kanseri dışında bir durumun neden olma olasılığı daha yüksektir. Örneğin, idrar yapma sorunu sıklıkla prostatın kanserli olmayan bir büyümesi olan iyi huylu prostat hiperplazisinden (BPH) kaynaklanmaktadır. Yine de idrarla ilişkili problemler yaşayan kişilerin erken tanı ve tedavi açısından bir üroloji uzmanına başvurması doğru olacaktır. Hekime erişimin kolay olduğu ülkemizde prostat kanseri vakalarının yüzde 70,9’unun erken evrede teşhis edildiği görülmektedir. Hastalığın kesin tanısı biyopsi ile konur. Genel olarak erkeklerin 50 yaşından itibaren, birinci derece akrabasında prostat kanseri görülenlerin ise 40 yaşından itibaren üroloji uzmanına düzenli olarak muayene olması ve kanda prostat spesifik antijen (PSA) testini yaptırması, erken tanı konulması açısından önem arz etmektedir. Kanserin evresi ve özelliklerine göre farklı tedavi seçenekleri mevcuttur. Kişinin belirli aralıklarla izlenmesi, prostatın tamamının ameliyatla çıkarılması veya ışın tedavisi (radyoterapi) erken evrelerde uygulanabilir. Daha ileri evrelerde hormon tedavisi veya ilaç tedavisi (kemoterapi) gerekli olabilir. Prostat kanserini önlemenin kesin bir yolu yoktur. Ancak riski azaltmaya yardımcı olabilecek bazı şeyler vardır: Düzenli fiziksel aktivite, sağlıklı bir kiloda kalmak, sebze ağırlıklı ve yağ oranı düşük bir beslenme tarzı, prostat kanseri riskini azaltmaya yardımcı olacaktır.

Manisa'da yarın (21 Kasım 2024) görev yapacak doktorlar Manisa'da yarın (21 Kasım 2024) görev yapacak doktorlar

LENFOMA NEDİR?
Vücudumuzun değişik bölgelerinde bulunan ve enfeksiyon hastalıklarına karşı vücudumuzun direncini sağlayan lenf bezleri, bağışıklık sistemimizin önemli bir bileşenidir. Lenfomalar, lenfoid dokularda doğal olarak bulunan lenfosit adı verilen hücrelerden gelişen kötü huylu lenf bezi hastalıklarıdır. Lenfomalar başlıca iki tip olarak değerlendirilir: Hodgkin Tipi Lenfoma (Hodgkin Hastalığı olarak da bilinir ve lenfomaların yaklaşık %15’ini oluşturur) ve Hodgkin Dışı Lenfoma (tıpta Non-HodgkinLenfoma/NHL olarak adlandırılır olguların yaklaşık %85’ini oluşturur). Lenfomaların görülme sıklığı, erkeklerde yüz binde 6,9 ile kanserler arasında yedinci sırada iken kadınlarda yüz binde 5,2 ile sekizinci sırada bulunmaktadır. Çok daha seyrek olarak çocuklarda da görülebilmektedir. 0-14 yaş erkek çocuklarda milyonda 24, kız çocuklarında ise milyonda 11,4 sıklığında görülmekte ve hem erkek hem de kız çocuklarında üçüncü sırada yer almaktadır. Lenfomaların genel olarak 80’den fazla alt tipi vardır ve her birinin klinik tedavisi de farklılık gösterir. Lenfomaya neyin sebep olduğu kesin olarak açıklığa kavuşturulamamış olmakla birlikte araştırmacılar, bazı risk faktörlerini belirlemişlerdir. Risk etkenleri şu şekilde sıralanabilir: a. Yaş: Yaşlanmak, genel olarak lenfoma için önemli bir risk faktörüdür ve vakaların çoğu 60 yaş ve üstü kişilerde görülmektedir. b. Cinsiyet: Genel olarak erkeklerde lenfoma görülme riski kadınlardan daha yüksekse de bazı alt tipler kadınlarda daha sık görülebilmektedir. c. Irk, etnik köken ve coğrafya: Beyaz ırkta lenfoma görülme olasılığı daha yüksektir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa en yüksek lenfoma oranlarına sahip bölgeler arasındadır. Bazı lenfoma türleri, dünyanın bazı bölgelerinde daha yaygın görülen birtakım enfeksiyonlarla ilişkili kabul edilir. d. Aile öyküsü: Lenfomalı birinci derece bir akrabaya (ebeveyn, çocuk, kardeş) sahip olmanın, lenfoma geliştirme riskini artırabileceği kabul edilir. e. Bazı kimyasallara ve ilaçlara maruz kalma: Bazı araştırmalar, benzen ve yabani ot ve böcek öldürücü maddeler gibi kimyasallara maruz kalmanın lenfoma riskini artırdığını düşündürmektedir. Kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçların da Hodgkin dışı lenfoma riskini artırdığı gözlenmiştir. Ancak bu durumun hastalığın kendisiyle mi ilgili yoksa tedavinin bir etkisi mi olduğu tam olarak belirlenememiştir. f. Radyasyon maruziyeti: Atom bombası ve nükleer reaktör kazalarından kurtulanlar üzerinde yapılan araştırmalar, bu kişilerin NHL, lösemi ve tiroid kanseri de dâhil  olmak üzere çeşitli kanser türlerini geliştirme risklerinin arttığını göstermiştir. Hodgkinlenfoma gibi diğer bazı kanserler için radyasyon tedavisi gören hastalarda, yaşamın ilerleyen dönemlerinde NHL gelişme riski biraz artmaktadır. Bu risk hem radyasyon tedavisi hem de kemoterapi ile tedavi edilen hastalar için daha fazladır. g. Zayıflamış bir bağışıklık sistemine sahip olmak: Çeşitli sebeplerle bağışıklık sistemlerini baskılayan ilaçlarla tedavi edilenler, HIV’leenfekte kişiler, bazı sendromal hastalıklara sahip olanlar gibi zayıflamış bağışıklık sistemine sahip bireylerde NHL riski artmaktadır. h. Otoimmün Hastalıklar: Romatoidartrit, sistemik lupuseritematozus, Sjögren hastalığı, çölyak hastalığı (glütene duyarlı enteropati) ve diğer bazı otoimmün hastalıklar, artan NHL riski ile ilişkilendirilmiştir. i. Bazı enfeksiyonlar: İnsan T-hücresi lenfotropik virüsü (HTLV-1) ile enfeksiyon, Epstein-Barr virüsü (EBV) ile enfeksiyon, insan herpes virüsü 8 (HHV-8), Helicobacterpylori, Chlamydophilapsittaci, Campylobacterjejuni, Hepatit C virüsü (HCV) ile enfekte olmuş kişilerde lenfoma görülme riskinin arttığı gözlemlenmektedir. j. Vücut ağırlığı: Diğer birçok kanserde olduğu gibi bazı çalışmalar aşırı kilolu veya obez olmanın NHL riskini artırabileceğini düşündürtmektedir. k. Meme implantları: Nadir olmakla birlikte, meme implantı olan bazı kadınlarda bir tür anaplastik büyük hücreli lenfoma (ALCL) geliştiği gözlemlenmektedir. Lenfomanın tipine ve vücutta nerede olduğuna bağlı olarak birçok farklı belirti ve semptom görülebilir. Bazen büyük boyutlara ulaşıncaya kadar herhangi bir belirti ortaya çıkmayabilmektedir. Aşağıda listelenen belirtilerden bir veya daha fazlasının varlığı, mutlaka lenfoma olduğu anlamına gelmez. Yine de sayılan belirtilerin varlığı halinde hekiminize başvurmanız yerinde olacaktır: Bacaklarda ve bileklerde şişkinlik, Karın ağrısı ve karında şişkinlik, Gece terlemeleri ve ateş, iştah ve/veya kilo kaybı, titreme, normal olmayan kaşıntı, bitkinlik, acı veya normalde olmayan fiziksel his, normal olmayan yorgunluk/enerji kaybı, kronik öksürük, nefes darlığı, bademciklerin şişmesi, baş ağrısı.  Maalesef lenfomalar için erken tespite yönelik kabul edilmiş bir tarama metodu bulunmamaktadır. Bu nedenle kişilerin lenfoma belirtisi olabilecek belirtileri bilmeleri ve bu belirtileri tespit etmeleri durumunda bir sağlık kuruluşuna başvurmaları büyük önem taşımaktadır. Lenfomanın tanısında en önemli basamaklar ayrıntılı öykü ve fizik muayenedir. Öykü ve muayenede şüpheli bulguların tespit edilmesi durumunda lenf nodu biyopsisi, kemik iliği biyopsisi, görüntüleme tetkikleri, kan sayımı, kan testleri, biyokimyasal incelemeler gibi ek tanı metotlarına başvurulur. Hastalığın türlerine göre farklı tedavi yöntemleri mevcuttur. Kemoterapi, radyoterapi gibi klasik tedavi metotlarına ek olarak uygun hastalarda biyolojik tedaviler (monoklonal antikorlar), kök hücre nakli gibi yöntemlere de başvurulabilmektedir. Biyopsi ve hastalığın durumunu tespit amaçları dışında, cerrahi lenfoma tedavisinde nadiren kullanılmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de “erken tanı ve tedavi hayat kurtarır” prensibinden hareketle ile her yıl 15 Eylül gününü hastalığa yönelik dikkat çekmek, bilgilendirmek ve hastalık ve tedavisine ilişkin güncel durumu gözden geçirmek üzere çalışma yapılıyor. 

SEPSİS NEDİR?

Sepsis, vücudun herhangi bir yerinde gelişen enfeksiyona karşı bağışıklık sisteminin verdiği abartılı tepkidir. Bu tepki doku ve organlarda hasar meydana getirir. Sepsise virüs, bakteri, mantar vb. etkenler sebep olabilir. Sepsis açısından risk grupları Kronik hastalığı olanlar, 1 yaşından küçük çocuklar, Dalağı bulunmayanlar. Bağışıklık sistemi baskılanmış olanlar. Sepsisle doğru mücadele edilebilmesi için Genel hijyen kurallarına uyulması El hijyeni sağlanması Çocukluk ve erişkin aşılama programlarına uyulması önceliklidir. Sepsise bağlı ölümlerin en az yüzde 10 - 15’i aşılama, hijyenik önlemler, erken tanı ve hızlı tedavi yöntemleri ile önlenebilir.
[ilgili-haber=31666]