Hapse girdiğinde yalnız değildir. Yol arkadaşı Kemal Tahir de 13 Haziran 1938’de tutuklanır. Kemal Tahir, astsubay olan kardeşi Nuri Tahir’e, Sebahattin Ali‘nin kitabını vermesi gerekçesi ile tutuklanacak ve tarihe Donanma Davası ya da Bahriye Olayı diye geçecektir.
Nazım hapis kararını öğrendiğinde, Mustafa Kemal Atatürk’ e kendi el yazısı ile bir mektup yazar.
“Cumhur Reisi Atatürk’ün yüksek katına,
Türk ordusunu ‘isyana teşvik’ ettiğim iddiası ile on beş yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk donanmasını ‘isyana teşvik’ etmekle suçlanıyorum. Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki; suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim! Senin yaptığın her ileri dev hamleyi anlayabilen bir kafam, yurdumu seven bir yüreğim var. Askeri isyana teşvik etmedim. Yurdumun ve inkılapçı senin karşında anlım açıktır. Yüksek askeri makamlar, devlet ve adalet küçük bürokrat ve gizli rejim düşmanlarınca aldatılıyorlar. Askeri isyana teşvik etmedim! Deli, serseri, mürteci, satılmış ve yurt haini değilim ki bunu bir an olsun düşünebileyim. Askeri isyana teşvik etmedim. Senin eserine ve sana aziz olan Türk dilinin, inanmış bir şairiyim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu inkılap askerini isyana teşvik damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Senden adalet istiyorum”.
Mektup Atatürk ölmeden üç ay önce yazılmıştır. Atatürk ise ağır hastadır. Nazım’ın suçsuzluğunu haykırdığı mektubu göremeden ölür.
Nazım, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde on iki yıldan fazla kalır. En güzel eserlerini ise parmaklıklar ardında yazacaktır.
O dönemde insanlar Nazım’ın adını anmaktan bile korkar. Kitapları yasaklanır. 13 yıla yakın süre cezaevinde kalan Nazım 8 Nisan 1950 yılında daha fazla dayanamaz ve açlık grevine başlar. Bu aynı zamanda Türkiye’nin ilk açlık grevidir. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat, Nazım’a destek olmak için üç günlük açlık grevine başlar. Annesi Celile Hanım da haksız yere mahkum edilen oğlu için imzalar toplar. Sonunda 1950 yılında çıkarılan af yasası ile salıverilir Nazım. Çürüğe alındığı halde 48 yaşında tekrar askerlik yapması için çağırılır. Üstelik Nazım kalp hastasıdır. Aldığı tehditler de cabasıdır. Artık canının tehlikede olduğunu fark eden Nazım çok sevdiği memleketinden ayrılmak zorunda kalır. Ardında karısını ve üç aylık oğlunu bırakarak Moskova’ya gider. Ne yazık ki 25 Temmuz 1951 meclis kararı ile Nazım Türk vatandaşlığından çıkarılır. O, zorunlu Moskova yıllarında kendini konferanslarla dünyaya tanıtır. Eserleri elliden fazla dile çevrilir. Artık Nazım bir dünya şairidir. 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilir.
3 Haziran 1963 yılında Nazım Hikmet kalp krizi geçirip hayata veda eder.
Vasiyet şiirinde “Anadolu’ da bir köy mezarlığına gömün beni. Tepemde bir de çınar olursa, taş falan da istemez” diyecektir.
Bugün mezarının anıtında yazan şiir bile memleket özlemini yansıtmaktadır.
Rüzgara karşı yürüyorum.
Yamalı caddelerinde bu şehrin.
Düşümde gülüşü deniz mavisi çocuklar
Bir memleket var düşümde dostlar
Sahibi çocuk suratlı adamlar
Bir memleket var düşümde bu akşam
Sahiden özlenebilen bir diyar
Ben bir başıma deli
Ben sanki bin yaşında bir deli
Bir memleket özledim ki sormayın
Her yanı gülden kemerli
Nazım, Vera’ya “bizim barışmamız ölümümden sonra olacak. Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım” demişti. Ölümünden iki yıl sonra yasaklı olan şiir kitapları Türkiye’de yayımlanmaya başladı. Ve tam 46 yıl sonra 5 Ocak 2009 tarihli bakanlar kurulu kararı ile vatandaşlığı geri verildi.
Doğduğu günde Nazım Hikmet’i anmak iyi geldi. Kendi öz vatanında öksüzlüğü ve yetimliği aynı anda yaşamış, kalemi özlenen bir şairden daha fazlasıydın sen.
İyi ki doğmuş ve bu dünyadan geçmişsin. Ruhun bize bıraktığın eserlerinde yaşayacaktır.
Sağlıkla Kalın.