Lise arkadaşlarımızın oluşturduğu bir WhatsApp grubumuz var, değerli arkadaşım Yasemin Yavuz Akcan'ın dikkat çeken bir paylaşımı çoğumuzun birer yorum yapmasına neden oldu, ben de bu paylaşımı ve benim yaptığım yorumu sizlerle paylaşmak istiyorum;
"Fransız le Monde-Guillaume Perrier'nin Türkiye Analizi:
Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı, daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren 'kültürel bölünme'. Bu artık iyice keskinleşti. Şimdi bir yanda ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var. Diğer yanda ise kız lisesi-kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş algılıyan, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da
batı standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk. Onların batıdaki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi birleştirici kültürel zeminler yok. Yaşamları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hatta birbirine düşmanca. Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar.
Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma olanakları yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
Daha Batılı olan ikinci grup batının siyasi değerlerini kabul ederse bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için gitgide batıya ve batının demokratik değerlerine düşman oluyor. Yaşam tarzı olarak batıya düşman olan birinci kesim ise iktidarı ancak batının kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için batıyla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor. Bu kültürel parçalanmada ordu önemli bir role sahip. Eğer birinci grubu desteklerse ve batının demokrasisi burada kabul görürse ordu da iktidarını kaybedecek.
Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu kendi iktidarını sürdürebilmek için kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar. Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu'da üretim yapıyor, malını dış dünyaya satıyor, para kazanıyor, siyasi örgütünü destekliyor.
İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor. Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye'nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri. Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı ikinci grubun arkasında. Ve bu ikinci grup siyasetle, demokrasiyle iktidarı elinde tutmasının olasıl olmadığını kavradığından şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.
Cumhurbaşkanı seçimi kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu..."
Yazının bundan sonrası tam bir kurgu; onun için yer vermeye de, cevap yazmaya da gerek duymadım, yukarıda paylaştığım kadarına yorumum şu oldu:
"Bunu yazan Fransız her kimse gerçekten de bizim ülkemize fransız kalmış, aslında doğru bir katagori ortaya koymuş gibi görünse de yine hain yönüyle bölücülük sevdasında, her zaman olduğu gibi, sağcı-solcu gibi, şeriatçı-lâik gibi, Alevi-Sûnni gibi beyninde bölüvermiş ülkemi, birbirine düşman etmiş, dövüştürmüş, kırdırmış, ama biliyorlar ki artık papaz pilav yemiyor, Türk halkı bu oyunlara gelmiyor; o iki grubu bir de benden dinle bay bize fransız; o birinci gruptakiyle ikinci gruptakiler ayrı bölgelerde yaşayan insanlar değiller. Aynı mahalle, sokak, apartman ve hatta aynı evde yaşıyorlar. Babası Türk musikisi dinleyen, kardeşi pop seven, annesi gayet modern giyinen bir genç Müslümcü olup, arabeskin dibine vurup, hap atıp vücudunu jiletleyebiliyor, ya da hacı amcanın oğlu mini etekli kolejli sevgilisiyle evlenebilmek için tüm bir ailesini karşısına alabiliyor. Değil türban, kara çarşaf giyen bir kadın kızının açık göbek tişört giyip dans okuluna ve partisine gitmesine izin verebiliyor. Bizim sokaklarda başı kapalı kızlarla, poposunun yarısı kısa şortundan dışarı taşan kızlar birlikte gezebiliyor, cafelerde oturabiliyor. Abi beş vakit namazını kaçırmazken, küçük kardeş bayram namazı için bile caminin önünden geçmiyor. Ben alemin kralını yaşarken ve şişeleri diplerken hacca gidip alemden el ayak çekmiş nice abiler, kökten dinciyken kumar masalarına gömülmüş, boşalan alemi dolduruvermiş nice amcalar gördüm, yani bizde akşamdan sabaha işler değişir fransız. O iki grup dediğin iki ayrı yaratık değil, dede-torun, baba-oğul, ana-kız, abi-kardeş, hala-dayı, amca-yeğen, üst kattaki komşum, yan balkondaki ahbabım, okuldaki arkadaşım, canyoldaşım, sevdiğim, sevgilim, aşkım filan yani. Hem biz Türküz fransız, 40 bin kere tövbe eder yine şarap içeriz, perşembe gecesi içmez, Cuma'dan sonra kafayı çekeriz, benim en iyi masa arkadaşlarım Akp'lilerdir mesela, onlar sizin fransız şaraplarını çok sever, pudra şekerine bayılırlar. Selçuklu da biziz, Osmanlı da, daha da 14 tane ecdadımız var bizim devlet kurmuş. Medeniyetlerin beşiğiyiz, senin atalarının bile antik kalıntılarının, dedelerinizin mezarlarının üzerinde yaşıyoruz, onları sizin adınıza koruyoruz. Biz çocuklarımıza sizin peygamberlerinizin adını veriyoruz, İsa ve Musa gibi. Sizin Muhammed isminde oğlunuz var mı? Bizim çoğumuzun babası, amcası, oğlu, kızı sizin ve komşu ülkelerinizin çalışanları, yaşayanları, hatta çift vatandaşları, yani Fransız dostum bizim genetik yapımızda doğudan ve batıdan silemeyeceğimiz kodlar vardır, sabah kalkıp akşam ne şekil alacağımızı biz bile tahmin edemeyiz, buna rağmen kimlik bunalımında da değiliz, kendimizi, özümüzü biliriz, kalbimiz doğuludur, beynimiz batılı. Evet o dediklerini, yazdıklarını yaşarız, doğrudur, ama iki ayrı grup olarak değil, bu yıl birinci grupta olan, bir bakmışsın seneye ikinci gruba geçivermiş, daha da ilginci birinci gruptaki bir gençle ikinci gruptaki genç aynı evde yatar, uyur, yer, içer, çünkü arabeskçi abinin tangocu kız kardeşidir mesela, ama senin kafan bunlara basmaz, onun için biz sizin gibilere fransız deriz. Bir de bizim dedelerimizden bazıları geçmişte Fransızseverdi, dernekleri bile vardı, hatta ben ve benim gibi Zonguldaklılar sizi daha çok severiz, şehrimizde bize bıraktığınız tarihi binalarınızı, işyerlerinizi hala koruyoruz ve biliyor musunuz, bizim şehrin adının başı bile Fransızca; Zon, Zone, yani bölge demek, ayrıca şehrimizi temsil eden futbol takımımızın renkleri de kırmızı, lacivert, beyaz, sizin bayrağınızın renkleri gibi, bu bir tesadüf mü? Görmeyeli siz bize fransız kalmışsınız ama biz size dostuz kardeşim, biz Atatürk'ün yurtta barış, dünyada barış şiarını özümsemişiz, birbirimize de öyleyiz. Senin gerçekte bildiğin, ama salağa yattığın gibi iki grup değiliz, bir grubun değişik özellikler gösteren bireyleriyiz. Bizde kimse birbirine karışmaz, hür düşünceye sahibiz, özgürlüğümüze düşkünüz, kendi yaşam biçimimizi kendimiz belirleriz, bu noktada babamızı bile tanımayız. Bence sen de bize karışma; kendi bölünmüşlüğünü, ayrışmışlığını, kutuplaşmışlığını, çaresizliğini bize yansıtma. Pisliğe batmışsın, bize bulaştırma.
Hadi sana eyvallah, kendine iyi bak, öpüldün."