Zaman Kaleköy limanında uçan martılar gibi hızla uçup gitti. Çarşamba sabahı İstanbul’dan kalkan gemi, ikindi vakti limana yanaştı.
Gelen yolcular inerken, gidecek yolcular gemiye binmek için kuyrukta! Gelenlerin inmesini, geminin boşalmasını bekliyor.
Doruk ve 116.J.Tb. Komutanlığında görevli personel de kuyruğa girenler arasında sabırsız, cezaevi mahkûmları gibi kısa kısa olta atıyor.
Nedendir bilinmez!
Yolculuk, her yerde hep hüzünlü başlar.
Geride kalanların bakışları, yola çıkanların el sallayışları, kirpiklerde biriken küçük damlalar acıtır içini, hem gidenin hem de geride kalanın.
Bunları düşünürken Doruk, eskilere daldı gitti.
Ne zaman evden ayrılsa Annesinin yüzüne bir hüzün çöker, gözyaşları sel olurdu.
O hep Metin olmaya çalışırdı!
Ağlamasını görmeye dayanamazdı Annesinin.
Ama ne kadar metin olursa olsun onunda iç dünyasında fırtınalar kopar, iç denizinde buz gibi poyraz eser, hırçın dalga kıyıda kumsalı döverdi.
Tam hayale dalmış, Annesiyle vedalaşırken; Vapurun çalan düdüğüyle kendine geldi.
Yanında ne Annesi vardı ne başka bir yakını. Ne garip geride el sallayacağı hiç kimse de yoktu.
Tek başınaydı arkadaşlarıyla birlikte.
Elinde valizle hareket eden kuyrukla birlikte yürüdü.
Kocaman bir vapura ilk defa biniyordu.
Kendilerine gösterilen yere oturdular.
Koltuk ya da kanepe üçer kişilikti.
Koltuklar karşılıklı oturacak şekilde konulmuştu.
Karşı koltukta boş değildi. İstanbul’a giden bir aile vardı. Aralarında bir genç kız 1 madam ve babaları.
Yolcular yerini aldıkta hemen sonra gemi demir aldı, kornasını çalarak kalkışını duyurdu.
Geminin ilk rotası Bozca adayaydı.
Önce Bozca adaya uğrayacak, sonra Çanakkale’ye seyredecekti.
Gemi hareket edince, yolcuların limandaki hüzün ve burukluğu bir anda dağıldı. Yolcular gerçek kimliklerine geri döndü.
Sohbet muhabbet, derken yüzler gülüyordu.
Yol arkadaşlarıyla tanıştı bizim komando gönüllüleri.
Baba Dimitri, anne Eleni ve genç kızın adı da Marya’ydı. İstanbul’da yaşıyorlarmış. Her zaman yazı İmroz’da geçirirler, kışın İstanbul’da yaşarlarmış.
Yazın gelip kışın dönüyorlarmış.
Adadaki evlerini yaza hazırlamak için gelmişler ve geri dönüyorlardı.
Yolculuk gittikçe keyifli olmaya başlamıştı.
Baba Dimitri ve anne Eleni bir süre sonra kalkıp gövertiye çıktı. Gençleri kendi aralarında baş başa bırakmıştı.
Marya çok hoş sohbet ve kültürlü kızdı…
İstanbul Türkçesini Rum şivesiyle tiyatro sanatçısı yeteneğiyle konuşuyor, İstanbullu olmanın rahatlığıyla, ortalığı kahkahaya boğuyordu.
Mariya’nın o muhteşem hoş sohbeti ve sımsıcak konuşmalarıyla yolculuğun nasıl geçtiğini fark edemeden, Bozca Ada ve Çanakkale yolculuğu kısalmıştı.
Gemi, Çanakkale limanına demir attığında, saat 2200’yi gösteriyordu. Doruk ve arkadaşları valizlerini alıp, yol arkadaşı oldukları marya ve ailesiyle vedalaşıp indiler.
…/…