Sonbahar, mevsimler arasında sessiz bir şairdir. Yaprakların dökülüşünde, rüzgârın ağaç dallarını nazikçe okşayışında, gökyüzünün griye çalan tonlarında konuşur bizimle. Konuştuğu dil, insanın içindeki dinginliği ve derinliği bulmasını sağlayan o kadim dildir.
Bu mevsim, doğanın kendi içine çekildiği bir dönemi temsil eder. Yazın canlılığı ve coşkusu yerini bir sükûnete, bir durulmaya bırakır. Sokaklarda yürürken çıtırdayan yaprakların sesi, bir tür vedanın melodisi gibidir. Ancak bu veda hüzünlü değildir; aksine bir tamamlanmışlığın, bir döngünün sonuna gelmenin huzurunu taşır.
Sonbahar bize hayatın sürekli bir değişim içinde olduğunu hatırlatır. Dökülen yapraklar, aslında bir son değil, yeniden doğuşun işaretidir. Ağaçlar, yapraklarını toprağa bırakırken, doğanın döngüsü için yeni bir tohum eker. Tıpkı bizim de bazen hayatımızda fazlalıkları, bizi aşağı çeken yükleri bırakmamız gerektiği gibi.
Bu mevsim, insanın kendiyle baş başa kalma zamanıdır. Hava soğur, günler kısalır, insanlar iç mekânlara çekilir. İşte bu içe çekiliş, ruhumuzun derinliklerine inmek için bir fırsattır. Belki uzun zamandır ertelediğimiz bir kitabı okumak, sıcak bir çay eşliğinde düşüncelere dalmak ya da sadece bir pencere kenarında yağmuru izlemek...
Sonbaharın dili bize sakinliği öğretir. Acele etmeden, zamanı durduramasak da onun akışına saygı duyarak yaşamak gerektiğini fısıldar. Yapraklar düşerken bize de bırakmamız gerekenleri hatırlatır. Ve bu döngünün içinde, hem sonların hem de başlangıçların huzurunu taşır.
Belki de bu yüzden sonbahar, bir şiir gibi gelir. Kelimelere gerek duymadan, doğanın renkleriyle, kokusuyla ve dokusuyla ruhumuza işler. Herkes kendi sonbaharını bu sessiz şiirde bulur; kimisi bir vedada, kimisi bir başlangıçta, kimisi ise dingin bir bekleyişte.
Bu sonbaharda, siz de bu sessiz şiiri dinleyin. Belki de cevap aradığınız sorular, yaprakların dökülüşünde, rüzgârın uğultusunda saklıdır.