Türkiye’de son yıllarda siyasi gelişmeler, hukukun üstünlüğü ve demokrasi kavramları etrafında büyük tartışmalara sahne oldu. Muhalif siyasi aktörlere yönelik tutuklamalar, kayyum atamaları ve yargı süreçleri, geniş kesimlerce tartışıldı. Ancak bu süreçlerde toplumun ve siyasetçilerin tepkisindeki çelişkiler dikkat çekici.

2016 yılında HDP’nin eski eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tutuklanması, hukuk çevrelerinde büyük bir tartışma yaratmasına rağmen, geniş toplum kesimleri tarafından yeterli tepki görmedi. O dönemde, demokratik siyasetin darbe almasına sessiz kalanlar, bugün benzer hukuki tartışmalar başka siyasi figürler için gündeme geldiğinde daha yüksek sesle itiraz ediyor.

Benzer şekilde, HDP’li belediyelere kayyum atanması, Türkiye demokrasisi açısından önemli bir kırılma noktasıydı. Yerel halkın iradesinin hiçe sayılması, sadece o bölgedeki yurttaşları değil, tüm Türkiye’de demokrasiyi savunan kesimleri ilgilendirmeliydi. Ancak geniş kitleler ya sessiz kaldı ya da bunu görmezden gelmeyi tercih etti. Oysa demokratik değerlerin savunulması, sadece kendimize yakın hissettiğimiz gruplar için değil, herkes için geçerli olmalı.

Ardından aşırı milliyetçi ve Türkçü kimliğiyle bilinen Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın tutuklanması, benzer bir durumun farklı bir siyasi figür için yaşandığını gösterdi. Ancak yine geniş çaplı bir toplumsal tepki oluşmadı ve bu gelişme kısa sürede normalleştirildi. Oysa mesele, hangi ideolojiden olursa olsun hukukun herkes için eşit uygulanmasıdır.

İstanbul’a Kayyum Mu Geliyor?

Bugün ise benzer bir sürecin İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) için işletilmeye başlandığına dair güçlü işaretler var. Ekrem İmamoğlu’na yönelik yargı süreçleri, diplomasının iptal edilmesi yönündeki gelişmeler ve çeşitli idari baskılar, Türkiye’deki demokratik yapı üzerinde yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Geçmişte kayyum uygulamalarını normalleştirenler, bugün benzer bir tehdidin kendi siyasi alanlarına yöneldiğini gördüklerinde itiraz etmeye başladılar. Ancak burada kritik bir nokta var: Hukuksuzluklar karşısında tutarlı ve ilkeli bir duruş sergilenmezse, sistematik adaletsizliklerin sırayla herkesi hedef alabileceği gerçeği unutulmamalıdır.

Ekrem İmamoğlu’nun dikkat etmesi gereken en önemli noktalardan biri ise çevresindeki kişilere karşı temkinli olmasıdır. Kendi partisinde dahi bazı isimlerin bu süreci desteklediği, hatta onun siyasi olarak zayıflamasını isteyen kesimlerin olduğu gözlemleniyor. Yanındaki herkese güvenmemesi ve arkasındaki desteğin ne kadar sağlam olduğunu sorgulaması gerekiyor. Zira geçmişte benzer süreçlerden geçen siyasi figürler, en büyük darbeyi kendi içlerinden almışlardır.

İmamoğlu’nun siyasi kariyerini ve İstanbul halkının iradesini savunabilmesi için, hem iktidarın hamlelerine hem de kendi çevresindeki potansiyel tehlikelere karşı dikkatli olması şarttır.

Bugün “hak, hukuk, adalet” diyenlerin dün sessiz kaldığı haksızlıklardan ders alıp almadığını ise zaman gösterecek. Ancak şurası kesin ki; demokrasi, herkes için savunulmadıkça eksik kalacaktır.