İsterse yüzyıllar isterse bin yıl geçsin haksızlık, insanlık tarihin en eski ve en derin yaralarından biridir. Bence insanlık için kara leke olarak bile adlandırabileceğimiz ‘haksızlık’ günümüzde de şekil değiştirerek varlığını sürdürüyor. Birinin emeğinin çalınması, hak edenin yerine başkasının ödüllendirilmesi, güçlünün zayıfı ezmesi… Bunlar hayatın her alanında karşımıza çıkıyor. Ancak haksızlık kadar tehlikeli olan bir şey daha var: Sessiz kalmak!

Bir haksızlığa tanık olduğumuz zaman sesimizi çıkarıyor muyuz? Çoğu zaman bazen iş yerinde bazen dışarıda bazen de yolda yürürken diğer insanların yaşadığı haksızlıklara ve uğradıkları mobbinge şahit oluyoruz. Çoğu zaman içimizde bir öfke belirir ama sonra düşünürüz: "Bana dokunmuyor, neden sesimi yükselteyim?" Bunu düşünürken en önemli detayı da unutuyoruz aslında: Bugün başkasına yapılan haksızlık, yarın bizim kapımızı çalabilir. Sessizlik, zalimin en büyük yardımcısıdır.

İş yerinde mobbinge uğrayan ya da kendisine haksızlık edilen birini görebiliriz, sonra düşünüp taşınıp ‘kendi aklı yok mu? Niye ben ses çıkartıyorum’ diye de çıkarımlarda bulunabiliriz. Ses çıkarmadan güçlünün zayıfı ezmesine izin verirsek zamanı geldiğinde çeşitli bedeller ödemek zorunda kalırız. Aklımızda kırk düşünce ile dolaşacağımıza harekete geçerek, sonuçlarını görmeliyiz. Adaletin yerine gelmesi için bireylerin cesur olması gerekir. Tarihte birçok insan, haksızlığa karşı durarak büyük değişimlerin öncüsü olmuştur.

Günümüzde sosyal medya, haksızlıkları duyurmak için büyük bir güç haline geldi. Ancak bu, yalnızca ekran başında yapılan birkaç paylaşımla sınırlı kalmamalıdır. 

Unutmayalım ki, bir toplumun geleceği, adalet anlayışıyla şekillenir. Eğer haksızlığa karşı sessiz kalırsak, ses yükseltmezsek, bir gün en temel haklarımızı bile savunmayacak duruma geliriz. O yüzden iş yerinde, evde, dışarıda, okulda haksızlığa uğrayan birini gördüğümüzde susmak yerine korkmadan o kişinin arkasında durmalıyız. Çünkü adalet, hepimiz için var ve ancak biz sahip çıkarsak yaşayabilir