I. GENEL GİRİŞ
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, Başlangıç Esasları, Kişiler Hukuku, Aile Hukuku, Miras Hukuku, Eşya Hukuku’ndan oluşmaktadır. Aile Hukuku ise; nişanlanma gibi evlilik birliğinin tesisi öncesinde gerçekleşen hukuki olayları ve evlilik birliğinin kurulması süreci ile evliliğin devamındaki hakları, yükümlükleri ve sorumlulukları konu almaktadır. Aile Hukuku’nun açıklanan kapsamı dışında ve devamında, evlilik birliğinin sona ermesi ile bunun çeşitli hukuki sonuçları yer almakta ve son kısım, boşanma ve boşanmanın hukuki sonuçlarını düzenlemektedir. Boşanmanın birden fazla hukuki sonucu olmakla birlikte; bunlardan en önemlileri, evlilik birliğinin sona ermesi ve boşanma, çocukların velayeti ve velayet kendisinde olmayan eş ile şahsi münasebeti, nafaka, tazminat, mal paylaşımı konularıdır. Boşanma davaları devam eden mevcut evlilik birliğini hukuken sona erdiren dava türleri olup; hukukumuzda boşanma, ancak mahkeme kararıyla gerçekleşmektedir. Boşanma sebepleri birden fazla olup, gerçekleşen vakıanın hangi boşanma sebebine girdiğinin tespiti ile boşanma davasının bu sebebe dayanılarak açılması ve sebebin ispat edilmesi gereklidir. Mahkemece dayanılan sebebin gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında yargılama yapılmaktadır. Söz konusu yargılama, Aile Mahkemelerinin görev alanına girmektedir.
Evlilik birliği içerisinde yaşanan problemler dolayısıyla açılan boşanma davası, genel ve özel boşanma sebeplerine dayanılarak açılmaktadır. Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış da, özel boşanma sebepleri arasında yer almaktadır. Söz konusu yasal düzenleme dikkate alındığında, maddede üç farklı özel boşanma sebebinin düzenlendiği görülmektedir. Her üç sebebin aynı anda gerçekleşmesi gerekli ve zorunlu değildir. Ancak söz konusu boşanma istemi, birden fazla neden kapsamına da girebilir. Bu hususun detayına dava dilekçesinin açıklamasında yer verilmesi ve delillerle tevsik edilmesi büyük önem arz etmektedir.
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 162. maddesinde düzenlenmiş olup; özel boşanma sebebi olmasının yanı sıra mutlak boşanma sebeplerindendir.
II. EVLİLİK VE EVLİLİK BİRLİĞİNİN SONA ERME HALLERİNE İLİŞKİN AÇIKLAMALAR
A. Evliliğe İlişkin Çeşitli Tanımlamalar ve Evliliğin Çok Yönlü Sonuçları
B. Evlilik Birliğinin Sona Erme Sebepleri
A. Boşanmaya İlişkin Genel Bilgiler
B. Boşanma Sebepleri Yönünden Yapılan Farklı Ayrımlar
Bu kapsamda yasal düzenlemeler dikkate alındığında; özel boşanma sebeplerinin kanunda açıkça sayıldığı ve özel boşanma sebeplerine giren olguların belirli olup sınırlandırıldığı, ancak genel boşanma sebeplerine ilişkin hallerin sınırlı olarak belirtilmediği, genel düzenleme şeklinde olan boşanma sebebinin kapsamına bir çok halin ve olgunun girdiği, hatta özel boşanma sebepleri kapsamına girmeyen bir çok geçimsizlik sebebinin ve vakıanın dahi genel boşanma sebepleri kapsamına girdiği ve boşanma davalarının, özel boşanma sebebinin bulunmadığı ya da ispat edilemediği durumlarda genel olarak evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı şiddetli geçimsizlik kapsamında açıldığı görülmektedir.
IV. BOŞANMA SEBEPLERİNDEN HAYATA KAST, PEK KÖTÜ VEYA ONUR KIRICI DAVRANIŞ
A. 763 sayılı mülga Medeni Kanun’un 130. Maddesine Değinilmesi
C. TMK Madde 162’nin Gerekçesi
Yasal düzenlemenin gerekçesine bakıldığında; gerekçede,
"Yürürlükteki Kanunun 130 uncu maddesini karşılamaktadır.
Maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları sadeleştirilmek suretiyle yeniden kaleme alınmıştır."
ifadelerine yer verildiği görülmektedir.
D. TMK Madde 162’de Yer Alan Boşanma Sebepleri
1. TMK Madde 162’de Yer Alan Boşanma Sebeplerinden Hayata Kast
Yine bir başka önemli husus da; cana kast eyleminin eş dışındaki kişilere karşı gerçekleştirmesi halinde, TMK m. 162’de yer alan hayata kast özel boşanma sebebinin uygulanmayacak olmasıdır. Zira madde kapsamına, yalnızca eşin hayatına kastedilmesi girmektedir. Bu halde cana kast eylemi dahi olsa, söz konusu hukuksuz eylemlerin, eşin yakınlarına yönelmesi ve yakın dahi olsa eş dışındaki kişi ya da kişilerin canına kast edilmesi, anılan maddenin kapsamı dışında kalmaktadır. Elbette belirtilen hallerde, hukuka uygun bir davranış olduğu savunulamayacaktır. Ancak bu halde sadece, eşe karşı açılacak olan boşanma davası, TMK madde 162 doğrultusunda eşlerden birinin diğerinin hayatına kastetmesi sebebiyle açılamayacak; şartlarının oluşması halinde, somut olayın niteliğine uygun düşen diğer boşanma sebeplerine dayanılması elbette mümkün olacaktır.
Öldürmeye teşebbüse varmayan ve yaralama niteliğinde olan eylemler bakımından, karşımıza başkaca hukuki sonuçlar da çıkmaktadır. Zira eşin darp edilmesi ve bu gibi hallerde, TMK m. 162’de yer alan pek kötü davranış hükmünün uygulanması yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir. Benzer şekilde bu tip durumlarda, TMK m. 166/1-2’de yer alan ve “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı, şiddetli geçimsizlik halini düzenleyen ve uygulamada da sıklıkla karşılaşılan genel boşanma sebebinin uygulanabilirliğinin tartışılması önem kazanmaktadır. Zira şiddetli geçimsizliği düzenleyen madde metni, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasını konu edinmektedir. Açılacak boşanma davasında hangi boşanma sebebine dayanılması gerektiği, her somut olay bakımından ayrı değerlendirme yapılması suretiyle tespit edilmelidir.
Doktrinde; eşin, diğer eşi doğrudan öldürmeye yönelik eyleminin yanı sıra diğer eş tarafından intihara teşvik edilmesinin ve intihara zorlanmasının da, cana kast kapsamında olduğu görüşü savunulmaktadır. Ancak aynı sonuç, ölüm tehdidi bakımından geçerli olmayıp; bu halde hayata kastedilmesine dair hükümlerin değil, pek kötü davranış ve/veya ağır derecede onur kırıcı davranış hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Akıllara gelen bir diğer soru da; eşin, hayatına kast edilen diğer eşle birlikte kendisini de öldürmeyi istemesi ve kendisinin de bizzat intihara kalkışması halinde ne olacağıdır ki; bu tip olaylarla, sıklıkla karşılaşılmaktadır. Ancak bu soruya verilecek cevap; eşin intihar etmesinin, diğer eşe yönelik hayata kast eyleminin varlığını ortadan kaldırmayacağı yönündedir.
Yasal düzenlemede yer alan hayata kast şeklindeki özel boşanma sebebinin gerçekleşip gerçekleşmediği yönünden ve fiili gerçekleştiren kusurlu eşin sorumluluğu bakımından değerlendirme yapılırken, failin kusurunun ve temyiz kudretinin bulunup bulunmadığının tespiti büyük önem arz etmekte ve bu noktada karşımıza hukuk yargılamasının Ceza Hukuku ile ilişkisi çıkmakta ve bu konuda 6098 sayılı TBK m. 74. ile açık düzenleme yapıldığı görülmektedir. Yasal hüküm doğrultusunda; hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı ve ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hususları hakkında karar verirken, Ceza Hukuku’nun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı olmamaktadır. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamamaktadır.
Hayata kast, mutlak boşanma sebebi olup; boşanma sebebinin gerçekleştiğinin ispatı halinde, mahkemece boşanmaya karar verilmesi gerekmektedir.
Yasal düzenleme de göstermektedir ki; ceza yargılaması ile hukuk yargılaması birbirinden bağımsız ilerlemektedir. Ancak bu durum, hukuk hakiminin, ceza mahkemesi kararını bekletici mesele yapmasına engel olmayıp; uygulamada da bu yönde ilerlendiği görülmektedir.
Yine öncesinde de değinildiği üzere; hayata kast fiilinin sonuçları, sadece Türk Ceza Hukuku ile Boşanma Hukuku özelinde Aile Hukuku bakımından olmayıp; eşin canına kastedilmesinin ve hatta eşin öldürülmesinin Miras Hukuku bakımından da ağır yaptırımları ve önemli hukuki sonuçları bulunmaktadır. Bu doğrultuda eşini öldüren fail (diğer eş), öldürdüğü eşin mirasçısı olamamakta ve ölüme bağlı tasarrufla herhangi bir hak edinememektedir. TMK m. 578/1-1. bent hükmü dikkate alındığında; aynı hususların, öldürmeye teşebbüs fiilleri bakımından da geçerli olduğu görülmektedir. Zira yasal düzenlemede, "Miras bırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenler" denilerek; mirastan yoksunluğun her iki halde de işlerlik kazanacağı, hukuka aykırı olarak ve bilerek ve isteyerek (kasten) eşini öldürmeye teşebbüs eden failin (diğer eşin), hem mirastan yoksun olacağı ve öldürmeye teşebbüs ettiği eşe mirasçı olamayacağı hem de ölüme bağlı tasarruf ile hak elde edemeyeceği belirtilmiştir.
2. TMK Madde 162’de Yer Alan Boşanma Sebeplerinden Pek Kötü Davranış
Madde metninde düzenlenen bir diğer hal, pek kötü davranış olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada, eşlerden birinin diğerine yönelik sergilediği tutum ve davranışın haksızlığının yanı sıra bu haksızlığın belirli bir ağırlıkta olması da aranmakta ve davranışın, boşanma davası açılmasına sebebiyet verecek nitelikte fenalıkta ve pek kötü davranış kapsamında bulunması gerekmektedir. Bu halde hangi davranışların, pek kötü davranış kapsamında ve niteliğinde olduğu, her somut olay yönünden ayrı değerlendirilmek durumundadır. Doktrinde, eşlerden birinin diğer eşe pek fena davranmasının arandığına değinilmektedir. Pek kötü davranış modellerine verilecek örnekler şu şekildedir: Eşin, diğer eşi eve hapsetmesi yahut odaya kilitlemesi, eşin mahzene kapatılması, eşin hürriyetinden yoksun bırakılması, eşin işkence yöntemleri ile acı çektirilmesi, eşe eziyet edilmesi, eşin aç ve/veya susuz bırakması ya da buzdolabına kilit takılması ve evden dışarı çıkmasının yasaklanması suretiyle eşin aç bırakılması, insanlık onuruna sığmayacak ve eşin haysiyet ve şerefini hiçe sayar nitelikte ve insanlık onur ve değerlerinin ihlali yönünde ağır ve yoğun haksızlık içeren davranışlar sergilenmesi, eşe karşı ağır ve yoğun fiziki şiddet uygulanması, eşin fiziksel ve ruh sağlığını tehlikeye düşüren ağır ve kötü davranışlar ile fiiller sergilenmesi, eşin pazarlanmak istenmesi, eşten cinsel açıdan uygunsuz istek ve anormal taleplerde bulunulması, özellikle eşten ters ilişki talep edilmesi ve eşin bu hususta zorlanması, eşin çıplak halde soğuk taşa oturtulması ya da çıplak halde balkonda bekletilmesi ve balkon kapısının içeriden kilitlenmesi gibi..
Yine mülga Medeni Kanun’da kaleme alınış şekliyle pek fena muamele olarak görülen, yürürlükte olan Türk Medeni Kanunu uyarınca da pek kötü davranış şeklinde düzenlenen maddenin kapsamına, cana kast dışında kalan her türlü eza ve cefa gibi müessir fiiller ile ağır hakaret ve haysiyete tecavüz niteliğindeki isnatların da girdiği savunulmaktadır. Ancak bu noktada müessir fiiller ile yalnızca hakaret boyutundaki sözleri birbirinden ayırt etmek gerektiği düşünülmektedir. Zira haysiyet ve onur kavramları, doğrudan birbiri ile ilişkilidir. Bu sebeple haysiyete aykırı davranış denildiğinde; akla, pek fena davranıştan önce ağır derecede onur kırıcı davranış gelmektedir. Elbette maddede yazılı her iki sebep arasında kesin ve keskin sınırlar bulunmamaktadır. Örneğin; eşin bakire olmasına rağmen, gerdek gecesinde bakire çıkmadığının etrafa yayılması ve evden kovularak sokağa atılması ya da kadın eş bakireyken, bakire çıkmadığından bahisle suçlanması ve diğer aile fertleri ile birlikte dövülmesi, eşin evde metres ile yaşamaya zorlanması gibi durumlar, birden fazla özel boşanma sebebi kapsamına girmekte ve bu hallerde hem pek kötü davranış hem de ağır derecede onur kırıcı davranışla karşılaşılmaktadır. Zira nasıl ki bir davranış, aynı zamanda hem genel boşanma sebebi hem de özel boşanma sebebi kapsamına girebilmekteyse; benzer şekilde, bir somut davranış tipi, TMK m. 162/1’de yer alan birden fazla özel boşanma sebebinin kapsamına da girebilecektir. Örneğin, eşin kafasına uzun namlulu tüfek dayanması suretiyle silahla tehdit edilmesi, pek kötü davranış şeklidir. Ancak fiilin, ağır derecede onur kırıcı davranış olduğu da görülmektedir. Benzer şekilde resmi nikahlı eşini, yirmi bıçak darbesiyle öldürmeye teşebbüs eden failin fiili; hem cana kast hem pek kötü davranış hem de insan onuruyla bağdaşmayacak nitelikte ve ağır derecede onur kırıcı davranış kapsamına girmektedir. Ancak bu noktada, eşin hayatına kastedilmesi ön plana çıkmakta ve cana kastedilmesi, doğrudan maddenin sevk oluş sebebini karşılamaktadır. Yine benzer şekilde insan onuruyla bağdaşmayacak nitelikte ağır itham ve hakaretler ile küfürler ve eş üzerinde yoğun ve derin korku salan tehditler, ağır derecede onur kırıcı davranış olduğu gibi haliyle pek kötü davranış kapsamına da girmektedir. Zira bir kimsenin şahsiyet haklarının ve onurunun, açık, yoğun ve ağır şekilde, haksız ve hukuksuz olarak ihlali, elbette hem kötü hem de kabul edilemez davranış şekillerindendir. Bu halde korunması gereken değerlerden ilki ve en önemlisi, insan onuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Belirtilen hallerde, davranışların haksız ve hukuka aykırı olduğu açık ve sabittir. Bu yüzden de TMK m. 162/1 kapsamında yer alan sebepler, çoğunlukla iç içe geçmiş vaziyettedir. Burada dikkat edilmesi gereken; boşanma davasının, hukuksuz davranış türünün, boşanma sebepleri arasında ön plana çıkan ve doğrudan kapsamına girdiği özel sebebe dayanılarak açılmasının doğru olduğu hususudur. Ancak davranışların, birden fazla özel boşanma sebebi kapsamına girdiğinin açık ve net olması hallerinde, dava dilekçesinde birden fazla boşanma sebebinin belirtilmesinde elbette yarar mevcuttur. Zira bu durumda, yaşanan olayın fenalığı gözler önüne serilecek ve somut olayın haksızlığı ile yapılan haksızlığın boyutu, derecesi ve yoğunluğu ortaya konulacak, hatta olayın vahametinin anlaşılması sağlanacaktır.
Pek kötü davranış ve ağır derecede onur kırıcı davranışlar yönünden hangi davranış ya da sözün, anılan boşanma sebepleri kapsamına girdiği ve kanunda sayılan özel boşanma sebeplerinin gerçekleşip gerçekleşmediği konularında takdir, mahkemeye ait olup; mahkemece bu yönde tespit ve değerlendirme yapılırken, davranış ve sözlerin yanı sıra tarafların sosyal ve kültürel nitelikleri, eğitim düzeyleri, yaşadıkları çevrenin gelenek görenekleri ile değer yargıları, yöresel ya da bölgesel yaşam tarzları ve davranış biçimleri dikkate alınacaktır.
3. TMK Madde 162’de Yer Alan Boşanma Sebeplerinden Ağır Derecede Onur Kırıcı Davranış
Yasal düzenlemede yer alan bir diğer hal, ağır derecede onur kırıcı davranıştır.
Onur kırıcı davranışın boşanmaya sebebiyet verebilmesi ve belirtilen yasal hükmün uygulanabilmesi için davranışın, diğer eşin şahsiyet haklarını ihlal etmesi ve onurunu kırması, eşin onurunu kıran bu davranışın da belirli bir ağırlığa ulaşması gerekmektedir. Zira kırıcı yahut onur kırıcı her davranış, TMK madde 162 kapsamına girmemektedir. Bir davranışın maddenin uygulanma alanına girebilmesi için onur kırıcı davranışın ağır derecede olması aranmaktadır. Aksi halde, eylemin boşanmaya sebebiyet verip vermeyeceği yönünden, TMK madde 166/1-2 hükmü ile somut olaya uygun düşen yasal mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesi suretiyle sonuca ulaşılması gereklidir.
İnsanoğlunun doğuştan sahip olduğu ve başkaca bir şarta ya da ayrıcalıklı duruma veya farklılığa gerek olmaksızın yalnızca insan olmaktan kaynaklı hakları bulunmaktadır. Bu haklar; doğal haklar kategorisinde yer almakta olup, şahsiyet ve kişilik hakları kapsamındadır.
Onur, kelime anlamı olarak "insanın kendine duyduğu saygı, alicenaplık" ve "şeref" olarak tanımlanmaktadır.
Onur kavramı, kişinin kendi varlığı ile kendi kişiliğine karşı beslediği saygı ve insanı insan yapan iç değer olarak da tanımlanabilmektedir. Yine bir başka tanımlama ile onur kelimesi, sözlük tanımıyla insanın kendisine olan özsaygısı, haysiyeti ve izzetinefsi ile başkalarının gösterdiği saygının dayanağı olan özlük değer, kişisel değer, saygınlık ve itibar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsan onuru ise, insanın sırf insan olması sebebiyle değerli ve saygıya layık bir varlık olması şeklinde tanımlanmaktadır.
İnsan onuru, başkaca sözlüklerde, izzetinefis, haysiyet, özsaygı, şeref, erdem, vakar, gurur, saygınlık, kendine saygı duyma ve başkalarını da kendine saygılı kılma olarak tanımlanmakta ve İnsan Hakları Derneği’nin kaynaklarında da bu tanımlamaya yer verildiği görülmektedir.
İnsan onuru; insanın insan olması sebebiyle sahip olduğu, dokunulamaz, devredilemez nitelikte ve şahsiyet hakları bünyesinde yer alan, insanın hem kendisine duyduğu hem de başkaları tarafından kendisine duyulan saygıyı ifade eden, özsaygı, haysiyet, izzetinefis, şeref ve itibar olarak da nitelendirilen ve tanımlanabilen, kişilik haklarına dahil ve insanın kişiliği ile manevi varlığının bir parçasını oluşturan ve insanı, diğer varlıklardan ayıran önemli bir değerdir.
Yapılan çeşitli tanımlamalardan da anlaşıldığı üzere; insan onurunun, her bir bireyin yalnızca insan olmaktan kaynaklı değerini ifade ettiği görülmektedir. Bu sebeple aslında insan onuru; insan olmak dışında başkaca hiçbir şarta gerek kalmaksızın ve cinsiyet, yaş, kültür, aidiyet, din, dil, ırk, mezhep, eğitim, meslek, ünvan ve sahip olunan maddi varlıklar gibi farklılıklardan bağımsız olarak karşımıza çıkan ve kişinin sadece insan olmasından kaynaklı ve doğuştan sahip olduğu, dokunulmaması ve ihlal edilmemesi gereken, ihlali halinde ise somut durum ve olaya göre gerek cezai gerekse Tazminat Hukuku bakımından önemli hukuki sonuçları olan, niteliği itibariyle kişilik hakları kategorisine yer alan ve kişinin manevi bütünlüğüne ilişkin önemli bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan onuruna yönelik ihlal ve saldırıların, sadece Ceza Hukuku ve Tazminat Hukuku bakımından değil, Aile Hukuku yönünden de önemli sonuçları bulunmaktadır. Söz konusu sonuçlardan biri de, TMK m. 162’yer alan ve eşlerin, ağır derecede onur kırıcı davranışa maruz kalması karşısında boşanma davası açma haklarıdır.
Ağır derecede onur kırıcı davranışın kapsamı belirlenirken, kişinin insan olmaktan kaynaklı sahip olduğu ve kişilik haklarından olan onurunun ve insan onuruna ilişkin değerleri ile değer yargılarının ağır şekilde ihlal edilmesi aranmaktadır. İhlalin yoğunluğu bakımından değerlendirme yapılırken; ağır derecede onur kırıcı davranış sergilenmesi suretiyle insan onurunu değersiz kılmaya, değeri azaltmaya ya da yok etmeye yönelik eylemlerle karşılaşılması gerekmektedir. Bu hallere ilişkin olarak; eşlerden birinin diğerini toplum nezdinde küçük düşürmeye yönelik haksız eleştirilerde ve çeşitli ağır itham ve suçlamalarda bulunması, eşlerden birinin diğeri hakkında haksız isnatlarda ve iftiraya dönük, hatta iftira mahiyetinde suç duyurularında bulunması; eşlerden birinin diğerini, yapmadığını bildiği halde yüz kızartıcı suçla itham etmesi; eşin diğer eşi uygunsuz zaman ve mekanlarda cinsel ilişkiye zorlaması, cinsel ilişki esnasında rızaya aykırı şekilde ses ve görüntü kaydı yapılması, cinsel ilişkiyi kayda alan eş tarafından bu uygunsuz ses ve görüntü kayıtlarının 3. kişilere yayılması ve 3. kişilerin bilgisine sunulması, sosyal medyada dağıtılması ve paylaşılması, yine sıklıkla karşılaşılan bir durum olan ve eşlerin özel hayatları ile cinsel birlikteliklerine dair ve sadece eşler arasında kalması gereken özel durumları ve önemli konuları, eşlerden birinin diğer eşin rızasını aykırı olarak başkalarıyla paylaşması ya da yatak odalarına dair konuları başkalarına anlatılması ve benzeri durumlar örnek gösterilebilmektedir.
Maddede sayılı her üç özel boşanma sebebi yönünden değerlendirme yapılırken; eşe karşı belirtilen sebeplerle boşanma davası açılabilmesi için eşe kusur isnadının mümkün olması ve eşin kusurunun bulunması gerekliliği gözden uzak tutulmamalıdır. Zira iradesi olmayan bir kimsenin davranışları, TMK m. 162 kapsamına girmemektedir. Aynı hususlar, akıl hastası eş yönünden de geçerlilik arz etmektedir. Bu halde akıl hastası eşin kusuru olmadığından şartları oluşmuşsa, TMK m. 165’te yer alan akıl hastalığına ilişkin özel boşanma sebebine dayalı olarak boşanma davasının açılması gerekmektedir.
Yine TMK m. 162’de yer alan boşanma sebepleri, kusura dayalı boşanma sebepleri olduğundan; eş tarafından diğer eşin tahrik edilmesi ve kışkırtılması ya da eşin sinirlendirilmesi ve kızdırılması suretiyle kendisine ağır sözler söyletilip bu hususların mahkemede boşanma sebebi olarak ileri sürülmesi hatta kullanılması, elbette kabul edilemeyecektir. Zira bu halde haksız tahrik altında söylenen sözler olup; bu gibi durumlarda somut olayın niteliğine göre kusurluluk halinin kalkması ya da kusurun azalması ve sorumluluğun boyutları ile derecesinin değişmesi söz konusudur. Bu sebeple TMK m. 162 kapsamında boşanma sebebinin şartları oluşmamaktadır.
Benzer şekilde aynı hanede yaşamaktan kaynaklı küçük veya gündelik sorunlar ya da aile içi olağan tartışmalar, ağır derecede onur kırıcı davranış kapsamında sayılmamaktadır. Zira kanunda; ihlalin belli bir ağırlıkta olması ve fiilin, onur kırıcı davranış olmasının dahi yeterli olmayıp onur kırıcı davranışın da ağır derecede olması aranmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.01.2008 tarih, 2008/2-51-87 sayılı kararıyla; kadın eş tarafından açılan tedbir nafakası talepli davaya karşı, davalı eş tarafından tedbir nafakası talebinin reddi ile evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanma talebinin, cevaben mahkemesine bildirildiği ve birleşen dosya ile görülen cana kast ve pek fena muameleye dayalı boşanma davasının açıldığı, birleşen dosya ile açılan davanın kabulüne karar verildiği, kadın eşin boşanmaya neden olan olayda tam kusurlu görüldüğü, ancak boşanma davasında kusurlu olan eşin yoksulluk nafakası talebinin bulunmadığı, bu halde talep olmadığından yoksulluk nafakasını hükmedilmesinin mümkün olmadığı, kaldı ki Türk Medeni Kanunu'nun 162. maddesi uyarınca "Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış" sebebiyle boşanma kararı verildiği ve kararın kesinleştiği, bu durumda ayrıca kusur değerlendirmesi yapılamayacağı, zira davacı kocanın açtığı davanın ve kusurun tamamının davalı kadında olduğunun kabul edildiği ve kararın, boşanma yönünden kesinleştiği gerekçeleriyle kadın eş lehine yoksulluk nafakasına hükmolunamayacağı değerlendirilmiş ve direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 12.05.2008 tarih, 2008/5689 Esas, 2008/6909 Karar sayılı kararı ile; kadın eş tarafından, vesayet altına alınmış kısıtlı eşe karşı açılan hayata kast ve pek fena muamele, akıl hastalığı, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenlerine dayalı boşanma davası sonucunda yerel mahkemece, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığından bahisle verilen boşanma kararı bakımından, Yargıtay'ca; davalı kocanın "psikotik bozukluk" nedeniyle kısıtlandığı, kendisine vasi atandığı ve davaya vasinin katılımı ile devam edildiğinin anlaşıldığı, davalının davranışlarının ve eylemlerin iradi olmadığı, davalının kusurundan da söz edilemeyeceği ve mahkemece, TMK m. 166/1 uyarınca kocanın kusuru nedeniyle boşanmaya karar verilmesinin usul ve yasaya aykırılığı ile TMK m. 174/1-2 hükümlerine dayalı maddi ve manevi tazminat taleplerinin yasal koşulları oluşmadığından reddinin gerektiği belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
E. TMK m. 162 Uyarınca Boşanma Davası Açma Hakkı
1. Davanın Tarafları ve Dava Sebebi
MK m. 162’de yer alan her üç özel boşanma sebebi, hukuka aykırı davranışlara muhatap olan eş tarafından, boşanma sebebi kendisinden kaynaklanan kusurlu diğer eşe karşı açılmaktadır. Bu halde eş tarafından hangi sebebin gerçekleştiği düşünülmekteyse; o sebebe dayanılarak açılan davanın, yargılama sırasında boşanma sebepleri yönünden ispatı gerekmektedir.
2. Dava Açma Süresi
TMK m. 162 uyarınca açılan davanın esasına geçilebilmesi için davanın süresinde açılması gerekmektedir. Zira yasal düzenlemenin 2. ve 3. fıkralarıyla; eşlerden birinin hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle dava hakkı olan eşin, boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkının düşeceği ve affeden tarafın dava hakkının olmadığı belirtilmiştir.
Mevcut yasal hükümlerden de anlaşılacağı üzere; her iki fıkra hükmü, birbirinden farklı hususları düzenlemektedir. Maddenin 2. fıkrasıyla, dava hakkının hak düşürücü süreye bağlı olduğu ve altı aylık ilk (kısa olan) sürenin, boşanma sebebinin öğrenilmesinden itibaren başlayacağı görülmektedir. Burada boşanma sebebinin öğrenilmesinden maksat, boşanma davasına konu edilen ve boşanma sebebi olarak ileri sürülen maddi olay, olgu, fiil ya da sözlerdir. Yine söz konusu olaylara sebep olan ve davranışları gerçekleştiren ya da sözleri söyleyen kişinin, diğer eş olduğunun öğrenilmesi de sürenin başlaması bakımından önem arz etmektedir. Zira bazı hallerde sadece fiilin bilinmesi yetmemekte ve filin yanı sıra failin de bilinmesi gerekmektedir. Bu sebeple maddi vakıaların ve fillerin bilinmesine rağmen, bu fiilleri yapan kişinin, diğer eş olduğunun bilinmediği bir süreçte, elbette altı aylık dava açma süresi de başlamayacaktır. Örneğin, birden fazla apartman sakininin ortaklaşa kullanım haklarına sahip olduğu bodruma ilişkin olarak; eş bodrum katında iken, diğer eş tarafından eşin üzerinden bodrum kapısının kilitlenmesi halinde, dava açma süresinin, kapıyı kilitleyenin diğer eş olduğunun öğrenilmesi ile başlaması gerekmektedir. Ancak kanun koyucu burada bir üst süre sınırı da belirlemiştir ki; herhalde boşanma sebebinin vukuunun üzerinden beş yıllık süre geçmemiş olmalıdır. Söz konusu sürelerin hak düşürücü süre olması sebebiyle, sürelerin geçmesi ile eşin dava açma hakkı sona ermektedir.
3. Eşin Affedilmesi Halinde Dava Açma Hakkı
Maddenin üçüncü fıkrasıyla düzenlenen hal, affeden eşin dava açma hakkının olmadığı yönündedir. Eşin, diğer eşi affetmesi, açık beyan şeklinde olabileceği gibi örtülü ya da eylemli fiil şeklinde de olabilmektedir. Örneğin, ağır derece onur kırıcı davranış sonrası, müşterek konutu terk ederek anne ve babasının evine giden kadın eşin; diğer eş tarafından özür dilenmesi ile yeniden eve dönmesi için çağrılması sonrası müşterek haneye geri dönmesi ve mevcut evlilik birliğinin devam ettirilmesi halinde, artık eşini affettiği için, dava açma hakkı kalmamaktadır. Eşin, diğer eşi affetmesi halinde, dava açma süresinin henüz bitmemiş olmasının önemi bulunmamaktadır. Zira af, dava açma süresini değil, doğrudan dava hakkını ortadan kaldırdığından; eşin affedilmesi halinde dava açılması imkanı, süreden bağımsız şekilde sona ermektedir.
Ancak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 24.02.2005 tarih, 2005/719 Esas, 2005/2799 Karar sayılı kararı ile; dava ve karşı davanın taraflarından kocanın, diğer taraf kadın eşi dövdüğünün sabit olduğu; ancak kadının şahsi davasından vazgeçmesinin, eşini cezadan kurtarmaya matuf olup boşanma davası yönünden eşini affettiği anlamına gelmeyeceğine karar verilmiştir. Burada yalnızca şikayetten vazgeçmenin, boşanma davasını doğrudan etkileyemeyeceğinin değerlendirildiği görülmektedir.