Günümüz dünyasında her şey o kadar hızlı gelişiyor ki insanlar nefes almayı bile unutuyor bazen. Günde 8-9 saat çalışmak, kendine zaman ayıramamak derken yaşamayı unuttuğumuzu fark ettim.
İnsan olarak öyle bir hale gelmiş durumdayız ki film izleyecek vaktimiz bile. İzlemek istediğimiz filmleri ya da yapmak istediğimiz aktiviteleri bile liste yapıyoruz. Durup düşündüğümüzde, gerçekten “yaşıyor” muyuz yoksa sadece “var oluyor” muyuz?
İnsanoğlu büyüdükçe ya da olgunlaştıkça demek daha doğru olur sanırım adapte olma çabası içine girer. Bu çaba bizlerin birçok şeyi kaybetmesine neden olur. Kaybettiğimiz en büyük şey ise belki de anı yaşama yetisi oldu. Oysa çocukken bu yetiyi içgüdüsel olarak ne kadar iyi kullanırdık, değil mi? Bir parkta koşarken ya da basit bir oyun oynarken dünya sadece o andan ibaretti. Ne geçmişin yükü ne de geleceğin endişesi vardı omuzlarımızda.
Bugün bize öğretilen ya da daha doğrusu dayatılan aldı daha fazlasını istemek oldu. Daha iyi bir iş, daha büyük bir ev, daha çok para…
Ancak bu hedeflerin peşinden koşarken kendi hayatımızın içinde yok olduğumuzun farkına bile varamıyoruz. Elimizdeki güzellikler biz hayatla mücadele ederken bir bir solup gidiyor. Bir gün, yıllar sonra geriye dönüp baktığımızda, “Keşke o anın tadını çıkarabilseydim,” diyeceksek, bu bugünden bir şeyleri değiştirme vaktinin geldiğini göstermez mi?
Belki bir gün sizlere, küçük bir yürüyüş yaptığım sırada dikkatimi çeken çiçekleri anlatırım, belki de uzun zamandır izleme listemde olan filmlerden birini izleyip onu yorumlarım. Çünkü hayat, detaylarda gizli. Hayatı bir başarı hikayesi gibi değil, bir sanat eseri gibi yaşamalıyız. O eserin en büyük özelliği ve eseri paha biçilmez yapan şey ise o küçük, fark edemediğimiz anlarda saklı.
Bugün, sadece bir anlığına da olsa, zamanı durdurmaya çalışın.