Bugün yolun kenarında, tek başına duran bir sandalye gördüm. Ne bir masa eşlik ediyordu ona, ne bir insan gölgesi. Sadece oradaydı. Sahipsiz ya da terk edilmiş değil; sanki olması gereken yerdeymiş gibi. Belki biri oturmuştu bir zamanlar, sonra kalkıp gitmişti. Belki de hiç kimse oturmamıştı, ama yine de oradaydı.
Düşündüm… bazen insanın içi de aynen o sandalye gibi oluyor. Anlamsızca boş, ama yerli yerinde. Sanki biri gelip bir süre oturmuş, sonra kalkıp gitmiş. Geriye sadece bekleyiş kalmış. Belki bir cümle eksik kalmış, belki bir veda yapılmamış. Kim bilir…
Gökyüzü de tuhaftı bugün. Ne griydi, ne mavi. Sanki karar verememişti. Yağmakla parlamak arasında kalmış bir boşluk gibiydi. Rüzgar hafifti; savurmuyordu, sarıp sarmalamıyordu da… sadece geçiyordu içimizden, selamsız sabahsız.
Ve biz de öyleyiz bazen. Ne gitmek istiyoruz ne kalmak. Ne konuşmak istiyoruz ne susmak. Arada kalmak, insanı en çok yoran şey belki de bu belirsizlik. Bir karar vermek için bile yorgun hissediyoruz artık. O yüzden belki de sadece duruyoruz. Aynı o sandalye gibi. Olduğumuz yerde, öylesine.
Ama sonra bir şey oluyor. Küçücük bir detay. Bir kedi geçiyor yanımızdan, miyavlıyor. Bir çocuk gülüyor. Bir çiçek, betonun içinden filizleniyor. Ve hayat… her şeye rağmen yeniden başlıyor.