İnsanlığın doğa üzerindeki yıllık talebinin, dünyanın bir yılda sağlayabileceği kapasiteyi aştığı günü, Dünya Limit Aşımı Günü olarak tanımlıyor. Yani gezegenin 12 ayda ürettiği doğal kaynağı kaç ay içinde tükettiğimizi gösteriyor.


Herhangi bir toplumun ekolojik ayak izi, o toplumun sahip olduğu biyolojik kapasitenin üzerinde ise, bu durum “Ekolojik Açık” olarak adlandırılıyor.

Sürekli artan insan nüfusu, kaynak talebi ve ekonomilere karşın, dünyamızın büyüklüğü ve kaynak miktarı maalesef değişmiyor. Tükettiğimiz kaynakları üretmek ve yarattığımız atığı bertaraf etmek için gereken toprak ve su alanını işaret eden ekolojik ayak izimiz büyüdükçe limiti daha erken aşıyoruz.

Konuyu daha iyi anlatmak için bu açıklamalara ihtiyacım vardı.

2020 yılında yapılan araştırmalarda Türkiye’nin ekolojik ayak izi, biyolojik kapasitesini %133 oranında geçiyor. Bu da demek oluyor ki bir sonraki yılın doğal kaynaklarını kullanıyoruz.

Ekolojik sınırları aştığımız her yıl ekosistemlerin tamamen çökme ihtimalini daha öne çekiyoruz. Denizler ve ormanların emebileceğinden daha fazla karbondioksit üretiyor, balık stoklarını daha kendilerini yenilemeden tüketiyor, ağaçları yeni ormanların gelişmesine izin vermeden kesiyoruz. 

Uzmanların 2020 yılında bize anlattıklarını yazdım şu ana kadar.

Pandemi sürecini hatırlarsanız bizim eve kapanma sürecimizde kirlenmeyen doğa ön plana çıkmıştı.

Tüketmiş ancak kirletememiştik. Bu konuyla ilgili okumalarımı yaparken uzmanların pandemiyi fırsat olarak görmeleri beni şaşırtmadı.

2053 yılında Dünya’nın sonunun geleceği ve yeryüzünde su, ağaç ya da bir yaşam belirtisi olamayacağını belirten videolar izliyorum. Geleceği bilmek imkansız elbette.

Öyle bir algı yaratılmaya çalışıyor ki insanlar korksun, evlerine kapansın ve kirlettikleri dünya için vergi bile ödesinler. Bu konu Karbon ayak izi ile alakalı daha sonra yine gündeme gelecek eminim.

Bu durumda karbon ayak izi başlığının diğer yüzünde bulunanlar arasında.

Elbette insanoğlunun yüzlerce yıldan beri yaptığı doğa katliamları affedilir gibi değil.

Yapılacak olan yeni yerler için kesilen ağaçlar, atık tesislerinin yanması, buğday silolarının / tarlalarının yanması …

Kocaeli Toprak Mahsülleri Ofisinde yaklaşık 8 milyon ton hububat yandığı haberlerde okumuştuk. Gıda arzını etkileyecek önemli bir rakam.

Dünyanın her yerinde ormanlık alanlarda çıkan yangınlar…

Ticari gemilerin denizleri kirletmesi de iyi bir örnek. Ülkemiz kıyılarında hiç görmediğimiz zehirli balık çeşitlerinin kıyılarımıza yaptığı ziyaretler.

Sizler bütün bunların komplo teorisi olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Bende böyle düşünüyordum.

Ancak birbiri ardına takip eden haberlerin benzerliğine baktığınızda, sanki istenilen bir sonuca hazırlık yapılıyor gibi duruyor.

Doğasever ve hayvansever biri olarak ekolojik dengenin bütününü koruyabilmek için tükettiğimiz her şey için tasarruf da yapmalıyız.

Bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşları belli bir plana göre hareket ettiği için onların izinden gitmek daha doğru olacaktır. Bu benim kişisel fikrim.

Çok sevdiğim bir söz var ‘’herkes kendi kapısının önünü süpürür ise bütün bir mahalle temiz olacaktır’’. İşe önce kendimizden başlamamız gerekiyor.

Ya uyanıp doğal kaynaklarımızı koruyacağız ya da uyumaya devam edip felaketimize koşacağız.

Kabul edelim çok farklı ama tatsız bir dünyaya doğru yolculuk yapıyoruz. Tek başıma ne yapabilirim demeyin.

Yaşanan olayları biraz sorguladığınızda neler yapabileceğinizi göreceksiniz.

Sağlıkla Kalın.