2022 yılı sonu itibariyle bankacılık sektörü bir önceki yıla göre %366 büyüyerek 433 milyar TL kar açıklamıştı.2023 ilk çeyreğinde %95,7 büyüme kaydeden sektör bu büyümeleri uzun vadede sürdürecek mi sorusunu akıllara getirdi. Bankacılık sektörünün en önemli geliri olan kredi gelirleriyle, en önemli gider kalemi olan faiz giderleri arasındaki farkın 2023 yılında giderek arttığını görüyoruz.

 

Sektörün kredi geliri %83,8 artarken faiz, kar payı ödemeleri ise %162 artış göstermiştir. Kısa sürede yüksek karlar elde eden bankaların bu karları uzun vadede sürdüremeyeceği verilerden anlaşılmaktadır. Bankacılık sektöründe en önemli risklerden birisi olan vade uyumsuzluğu enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde banka karlılıklarını düşürmektedir. Döviz kurlarındaki hareketliliğin yukarıya doğru olması dışarıdan sıcak para bulan bankaların bilançolarını olumsuz etkilemektedir. Bir finans kuruluşu dışarıdan borçlanırken LIBOR+ CDS veya LIBOR + SPREAD şeklinde borçlanır. LİBOR İngiltere’de bulunan dünyanın en büyük beş bankası tarafından belirlenir. Bunun üzerine cds(ülkenin sigorta risk primi eklenerek) finans kuruluşunun borçlanma maliyeti ortaya çıkar. Eğer ki finans kuruluşunun kredibilitesi ve itibarı yüksekse ülke cds priminin altında da borçlanabilir.

 

Konvansiyonel bankaların verdiği faiz, katılım bankalarının verdiği kar payı enflasyonun altında kaldığı içi mudiler paralarını buraya yatırmaktan geri durmaktadır. Bankalar karlılığını sürdürmek için, kar payı ve faiz dışı gelir getirecek enstrümanlara yönelmektedir. Yatırım fonları, hisse senedi, enflasyona endeksli kağıtlar bankaların bu süreçte ön plana çıkan ürünleridir. 2023 yılının ilk çeyreğinde bankaların kar payı ve faiz dışı gelirleri %166,5 artarken, giderleri %133,2 artmıştır.

 

Mevduat maliyeti artarken kredi gelirlerini aynı hızda artıramayan bankalar boşluğu bu gibi gelirlerle kapatmaya çalışmaktadır. Enflasyon ve kredi maliyetleri arasındaki fark tasarruf sahiplerini finansal enstrümanlardan çok mala yönlendirmektedir

 

Türkiye ekonomisi ve Bankacılık sektörü için özel bir parantez açılması gereken sektör, Katılım Bankacılığıdır, son yıllarda hızla yükseliş trendine giren sektör. 14 mayıs seçimlerinden sonra mevcut iktidarın seçimi kazanması halinde yükseliş trendini istikrarlı bir şekilde sürdürecektir. Katılım bankacılığı sektöründe oyuna yeni kamu bankalarının dahil olması sektör içi rekabeti arttırırken halkın bu sektöre yöneliminde olumlu olarak etkilemişti. Günümüz dünyası iki kutuplu bir yapıya sahiptir. Parasalcı ülkeler ve emtia ülkeleri.

 

Günümüzde üretimin merkez üssü Asya kıtası olması tek kutuplu dünya düzeninin ortadan kalktığı ABD’nin güneş batmayan imparatorluk söylemlerini geride bıraktığını ortaya koymaktadır. Üretimin gücü Asya’da olmasına rağmen finansal güç batıdadır. Asya ülkeleri Brexit gibi oluşumlara gitmiş olsada bu oluşumlar finansal bir birliktelik doğurmamıştır. Türkiye hükümetin uyguladığı politikalarla emtia ülkesi olma yoluna girme kararı almıştır. Cumhurbaşkanın sıklıkla vurguladığı üretim, istidam, ihracat söylemi reel ekonomin büyümesine yönelik adımlar atılacağını ortaya koymaktadır. Covid -19 pandemisi sonrası taşımacılıkta yaşanan sıkıntılar ve finans sektörünün hasar alması yeni aktörleri gündeme getirmişti. Yeni dünya düzeninde FİNETK ler üzerine yatırım yapan ülkeler geleceğin finans üsleri olacaklardır. Hükümetin üretim politikasına en önemli katkıyı sunacak sektör kuşkusuz katılım bankacılığıdır. Reel ekonomiyi finanse etmesi, faiz gibi getiri garantisi vermemesi sektörün risklere karşı dayanıklılığının diğer konvansiyonel banaklardan daha yüksek olmasına neden olmaktadır. Katılım bankalarının nakit para vermiyor olması finansmanın amacı dışında kullanılmasını engelleyerek ekonomide kayıtdışılığı önlemektedir. Türkiye ve İslam ülkelerinde yükseliş trendine giren sektör henüz emekleme aşamasındadır. Türkiye’nin amacı İstanbul finans merkeziyle İslam Ülkerlindeki sermayeyi katılım bankaları aracılığıyla Türkiye’ye getirmektir. Kamunun bizzat oyunun içerisine dahil olmasının nedenlerinden biriside budur. Katılım bankaları bu süreçte fintek üzerine yaptığı yatırımlarla ön plana çıkarak konvansiyonel bankalarla daha güçlü bir şekilde rekabete girebilir ve oluşturacakları güçlü teknolojik birliktelikle diğer ülkelerdeki oyuncuları davet ederek Türkiye’yi bir finans üssü haline getirebilirler. Özellikle Türkiye’deki özel sektörün katılım bankacılığına ilgisinin giderek artması ve dijital katılım bankalarının sayısının artması bunun en net örneğidir.