Tarih boyunca insanoğlu sürekli gelişim sergileyerek her dönemde farklı sistemler kurmuştur. Sistem inşa edebilmenin emel koşulu medeniyet mefkuresinden geçmektedir. Sağlam temeller üzerine kurulmayan hiçbir medeniyet uzun soluklu çözümler üretememiş, bulduğu yollarsa sonunda hüsranla sonuçlanmıştır.

 

İnsanoğlu gelişim gösterdikçe paylaşma ve mübadele ihtiyacı meydana gelmiştir. İlk çağlarda malı malla değiştirirken ki biz buna trampa diyoruz zamanla farklı değişim birimleri ve ölçüleri kullanmaya başlamıştır. Bazı zaman dilimlerinde değişim kıymetli madenler üzerinden gerçekleşmiş, buda beraberinde merkantalist sistemi doğurmuştur. Merkantilizmde sömürgeciliği cazip hale getirerek insanlığa acı ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Tarih boyunca yaşanan olaylardan da görüldüğü gibi para sadece bir değişim aracı olmanın ötesinde dünya tarihinin gidişatını etkilemektedir.

 

Kapitalizme tepki olarak doğan sosyalizm soğuk savaş sonrası hızla güç kaybederek yok oluşunun ilk emarelerini vermeye başlamıştı. Sosyalist bloktaki ülkeler sistemin içine hızla dahil olma isteğindeydiler. Dışa kapalı ikameci model tüm dünyada yerini rekabetçi sisteme bırakmıştı.

 

Milletlerin bulundukları sınırlar içerinde kontrolü elinde bulunduran mekanizma devlettir. Devlet mekanizmasının en önemli iki gücü ordu ve ekonomidir. Devletlerin tam bağımsızlığının ve gücünün göstergesi güçlü ordusu ve bağımsız ekonomisidir. Günümüz dünyasında para kontrolü devletlerin elinde değildir. Merkez bankaları para basma yetkilerini elde bulunduran özel kuruluşlardır.

 

Ekonomide iki çeşit para vardır. Birincisi merkez bankası parası ikincisi de bankaların yarattığı paralardır. Öncelikle kendimize şu soruyu sormamız gerekir, para nedir? Bu sorunun net bir cevabı bulunamamıştır. Paranın mübadele aracı olması, değer saklama aracı olması paranın tanımları değil fonksiyonudur. Peki para neye göre basılır. Ekonomide bir mal ve hizmetler vardır, bu mal ve hizmetler mübadele edilir, para bu mal ve hizmetlerin değişiminde kullanılır. Bir diğer soruysa şudur, paramızı kim kontrol ediyor, kim neye göre basıyor? Merkez bankası parayı ekonomideki mal ve hizmetlerin değişimi için değil kar elde etmek için basar. Merkez bankası bastığı parayı belli bir faiz oranıyla bankalara satar ve bankaları borçlandırır, bankalar belli bir faiz karşılığı aldığı bu parayı tekrar faizle bireylere satar. Vatandaş borç olarak üretilen parayı kullanarak istediği mal ve hizmeti satın alır. Kurgulanan bu senaryoda devlet yoktur. Devletin temel yapı taşını oluşturan toplumsa sadece verilen rolü oynamakla görevlidir.

 

Olayı basit bir şekilde anlatacak olursak merkez bankası 100 TL bastı ve bunu %10 faizle A bankasına borç olarak verdi A bankası da vatandaşa %15 faizle borç veriyor.  Sonuç olarak 100 TL vatandaşa 125 TL olarak yansıyor. Ortada basılan 100 TL varken vatandaş 25 TL yi borçlanıyor. Bir başkası gelip tekrar borçlanmak isteyince 100 tl 1700 tl ye kadar çıkabiliyor.

Bankacılık sistemiyle ilgili hep şunu söyleriz topladıkları mevduatları kredi olarak kullandırırlar. Ancak kurulu düzende bankalar mevduat toplamasa bile para yaratarak kredi kullandırabilirler. Konvansiyonel bir banka bir şahsa kredi vereceği zaman o kişiye bir mevduat hesabı açıyor ve vereceği krediyi mevduat hesabına indiriyor. Bu durum şöyle görülüyor şahıs bankaya 100.000 tl yatırmış oluyor. Burada banka bir operasyon çekmiş oluyor. 100.000 tl bankanın hem aktifine hem de pasifine yazılıyor. Banka 100.000 tl para yaratarak gelir elde etmiş oluyor.

Paranın kontrolünü elinde bulunduranlar gücün sahibi oldukları için sistemde istedikleri gibi revizyonda bulunabiliyorlar. Teknolojinin gelişmesi ve finans kuruluşlarının devasa büyüklüklere ulaşması devletlerin otoritelerine zarar vermektedir. Kapitalist sistem ‘jandarma devlet’ kavramıyla devletlerin gücünü zayıflatarak kontrolü tek bir noktada sağlamaya çalışmıştır. Mevcut sistemin insanlığa huzur ve refah getirmediği açıktır. Sağlam kavramsal temeller üzerine oturtulmayan hiçbir fikir uzun soluklu olmamıştır. Mevcut sistem bizatihi kendi içerisinde adeta bir çelişkiler yumağıdır. Her küresel kriz sonrası iktisatçıların sunduğu çözümler beraberinde farklı sorunları getirmektedir. Ekonomi kavramı yunanca bir kelimedir. Hane idaresi anlamına gelmektedir. Mevcut kelime kurumsal bir kavramdır. Evin idaresi, mahallenin idaresi, şehrin idaresi, ülkenin idaresi… mevcut sistemde kurulduğu kavramlar itibariyle insanı göz ardı ederek kurulu sistemde insana bir rol biçmiştir. Buna homo economicus demişlerdi. İslam ise iktisat kavramıyla idare yerine ölçülü olmayı tavsiye etmiştir. İktisatta insan kainatın merkezindedir. Her şey insan için yaratılmıştır. İnsan kendine verilen ilim ile bunları en doğru şekilde kullanmalıdır. Günümüzdeki israf ekonomisinden tutun, finans sektörüne kadar her alanda İslam insanlığın refahına katkıda bulunacak çözüm önerileri sunmaktadır. Bize düşen bu çözüm yollarını en doğru şekilde uygulamaktır.