Yusufçuk; tutkuyla bağlıdır aşkına, ne pahasına olursa olsun vazgeçmez, ateşe aşık ‘yusufçuk’ aşkı uğruna bile bile kendini ateşe atar.
Ateş gökyüzüne yükselirken yusufçuk narin vücuduyla ateşin etrafında dans etmeye başlar ateşle bir bütün olur. Tıpkı bir aşık gibi ateşe dokunmak ona yakın olmak isteyen yusufçuk onun bir parçası olmanın verdiği mutlulukla kendini sonsuz aşkının kollarına bırakır. Yusufçuk sembolünün şans ve uğur getirdiğine inanılır.
İnanmak yaşamın temelidir. Boşuna değilmiş bunca yıl yusufcuk kolyesinden vazgeçmeyişim. Aşkla ilgili bütün egoların yerle yeksan olmasını istiyorum. Sevginin katıksız ve bencilligimizden arındırılması gerekliliğine inanıyorum.
Kendimizle bu denli savaşırken karşımızdaki ile nasıl barışık yaşayabiliriz? Kıskançlık denen şey aslında, ben merkezci yanımızın karşımızdaki tarafından yeterince değerli görülmemesi hâli ruhaniyesi midir? Korkunç olan aşka sadakatle bağlıyken ondan uzak olmaktır.
Bence bu müthiş derecede beyin sulandırıcı bir eroindir. Esrarına günden güne bağlanır kendinle vahşice savaşırsın. Bir aslanın egosu gibidir. Avına yaklaştıkça ağzın sulanır. Tabi bunun için sabırla pusuda beklemenin ödülünü doyumsuzca zevk alarak yaşamak gerekir. Beklemek zevki tabiatın esrarengiz döngüsü gibidir.
Mevsiminde açan çiçeği görmek için mevsimini beklemek zorunluluğu gibi. Offf ne saçmalık... Yaşayacağın çok az zaman dilimi için labirenti andıran bu zırvalıklara gerek olmamalı. Fakat insan denen aciz varlık minnet duygusundan o kadar yoksun ki zamanla garantici olmayı öğreniyor. İnsanın her hangi bir duygusuna karşılık gelen duyguyu bulması, onu iç dünyasında anlamlandırmasi, karşı tarafta karşılık bulması, bulduğu karşılığı kendi lügatinda süzgeçten geçirmesi ve ortak bir potada eritip sentezlemesi ne ummali bir arayıştır.
Kam büyücüsünün şifalı bitkilerden ilaç çıkarması kadar yorucu bir meşgaledir. Aşk bu denli neden yorar insanı? Yormaz ise adı başka birşey mi olur? İnsan arkadaş, dost canlısı, sempatik, sevimli biri olabilirken aşkın içinde karmaşık ve lanet birine neden ve nasıl dönüşür? İçindeki canavarı uyandıran cazibeye mi vurulur? Ansızın gözüne inen perdeyi aralamaya çalışırken silüet ve gölgesinde yaşamak mecburiyeti... Ah ne budalalık! Acizliğin karşısındaki esrara delice bağlanmak. Alaz alaz yanıp, coşkun akan dereye karışamamak!