Türkiye’nin kanayan yarası: Kadın cinayetleri, son zamanlarda artış gösteren toplumsal yara. Her ne kadar bu konu hakkında yazmak ve konuşmak zor olsa da ses çıkartmadıkça bu olayların önünün kesilmeyeceğini bilmek lazım.

2024 yılında 14 Ekim’e kadar 311 kadın cinayete kurban gitti. Özgecan Aslan, Münevver Karabulut ve daha nice isimler için tek bir ses olan toplumumuz, son yaşanan olaylardan sonra bu durumu artık bir sıradan olarak kabul ediyor. Artan kadın cinayetlerinin ardından, kendini güçlü hisseden kişiler ise artık olayları farklı boyuta taşımış durumda.

İkbal ve Ayşenur cinayetlerinin ardından toplumda genel olarak bir yobazlaşma durumu mevcut. Bu durum önceden yok muydu? Tabi ki vardı. Sokak ortasında samuray kılıcıyla öldürülen, otobüste katledilen ve boğazı kesilerek katledilen bir çok kadın sayabilirim. Şimdi demem o ki bu kız buraya kadar ne yazdı diye sorabilirsiniz? İnanın ben de cümlelerimi yazarken toparlamak konusunda sıkıntı yaşıyorum.  Söylenecek o kadar çok şey var ki….

Bu noktada kendimize sormamız gereken sorular var: Neden kadınlar sokakta, iş yerinde, evinde dahi güvende değil? Neden bir kadın her adımında korkarak yaşamak zorunda? Kadın cinayetleri neden durdurulamıyor?

Toplum olarak bu şiddeti nasıl kabul eder hale geldik? Her cinayetin ardından sosyal medyada birkaç gün konuşuyor, başsağlığı mesajları paylaşıyoruz; sonra sessizlik. Bir sonraki cinayete kadar kadınlar maruz kaldığı şiddete, tehdite sessiz kalıyoruz. 

Ne zamandan beri cinayetler böylesine sıradanlaştı?

Kadınların sokak ortasında katledilmesini normalleştirip bu olayların sanki kaçınılmazmış gibi izlemeye başladık. Bir insanın hayatı bu kadar mı değersizleşti? Cinayetlerin 2-3 gün konuşulup sanki sıradan bir olaymış gibi gündemin değişmesi asla kabul edilebilecek bir olay değil.

Bu olayların ardından caydırıcı ceza olmaması ise bazı ‘şahısların’ kendilerinde cinayet işleme, birini öldürme, birini tehdit etme gibi hakları olduğunu düşündürüyor. Birbirinden güç olan bu asalaklar yolda tanımadığı bir kadına bile sarkıntılık ederek rahatsızlık verebileceğine inanıyor.

Bu olaylara sessiz kalmak benim gözümde bir nevi suça ortak olmaktır. Sessiz kalmak, bu zihniyeti meşrulaştırmak anlamına gelir. Artık dayanışmanın ötesinde, toplum olarak ayağa kalkıp bu duruma dur demeliyiz. Kadınların yaşam hakkını savunmak, kadınların güvende yaşadığı bir Türkiye için sesimizi yükseltmek hepimizin sorumluluğudur. Unutmayalım ki bugün sen, ben ve o sessini çıkarmazsa yarın bizim içinde adalet arayışında olabilirler.

Demem o ki; Evde, işte, sokakta, toplu taşıma araçlarında... Artık bir kadının hayatı her an tehdit altında.