Hayatın akışı içinde bazı şeylerin değiştiğini hatta değişmek zorunda olduğunu fark etmek zor değildir. Ancak asıl soru şudur: Değişen biz miyiz, yoksa gelenekler mi?
Ramazan Bayramı yaklaşmışken aklıma çok da eski olmayan bayram alışkanlıklarımız geldi. Pandemiden önceye kadar bayramlar bizi birbirimize bağlayan ve bağlarımızı kuvvetlendiren günlerdi. Eskiden bayram sabahlarında erkenden kalkıp büyüklerin ellerini öpmek, komşularla iç içe olmak herkes tarafından edinilmiş doğal bir alışkanlıktı. Aradan geçen 5 yılın ardından ise artık bayramlar bile bizi bir araya getiremiyor.
Eskiden beraber vakit geçirmek, sohbet etmek hoşumuza giderken şimdi ise herkes bayramlarda uzaklara giderek kafa dinlemek ve biraz yalnız kalmak istiyor. Peki eski bayramların bu denli değişmesi, geleneklerin yok olduğu anlamına mı geliyor? Yoksa biz, onları farklı şekilde mi yaşamayı tercih ediyoruz?
Bir başka örnek daha vermek istiyorum. Çok tasvip etmesem de çevrede yaşayan vatandaşlara gürültü kirliliğinden başka bir şey getiremese de bu konu için en önemli örneklerden biri ise sokak düğünleri olabilir. Eskiden mahalle aralarında davullu zurnalı düğünler yapılırken, bugün daha sade ve butik organizasyonlar revaçta. Ancak bu, evlilik kavramının değerini yitirdiğini mi gösterir, yoksa insanların tercihlerinin değiştiğini mi?
Konuyu uzun bir şekilde düşündükten sonra asıl meselenin ‘geleneklerin yok olması’ olmadığını fark ettim. Asıl olay gün geçtikçe değişen hayat tarzımız kendi yolumuzu çizmemiz. Belki de gelenekler bizimle beraber evirilmeye başlamıştır.
Gelenekleri yaşatmanın yolu, onları eski kalıplara hapsetmek değil, günümüz koşullarına uygun hale getirmektir. Bir bayram mesajı belki artık elden değil, telefondan geliyor ama yine de sevgiyle yazılıyorsa, asıl anlam değişmiş sayılır mı?
Eğer samimiyetimizi koruyorsak, geleneklerimiz belki de kaybolmuyordur. Sadece şekil değiştiriyordur…