‘İnceleme-Araştırma kavramı bir düşünce şeklini ifade eder; bunun gibi bilimsel metodun önemi yalnızca dünden kalanı anlatan değil, bugünden yarınlara bırakılacak en önemli bilgi mirasını sağlayan kaynak olmasıdır.
Peki edebiyat, öykü roman için de böyle bir ‘bilim felsefesi’ var mıdır acaba?
Mesela katiller kitap yazarı; dizi yıldızı olmaz… Neden? Çünkü biz de ‘kötü örnek emsal olmaz’ diye bir deyim vardır; İngilizlerin ‘suç kazandırmaz’ diye yaygın bir deyimine benzer. Nitekim İngiltere’de mahkeme kararı ile suçlunun anılarını yazıp-satması engellenir; amaç, topluma kötü örnek olmasına izin verilmemesidir.
Bu örneğin bir benzeri bizde de vardır, Osmanlı Şeriatında ‘kötü misal, misal değildir,’ diye geçer. Yani yanlış işleri övücü bir örnek veremezsiniz; örneğin, kötü futbolcuya bakarak, ben de böyle kötü bir oyuncu olacağım, diyemezsiniz?...
Basit bir kural gibi görünüyor değil mi? Oysa bir medeniyetin dağılmasındaki en önemli nedenlerden biri ‘misallerin’ iyi verilmemesidir; yani düşünce hayatı, felsefi dünyasının şaşmasıdır.
Eğer tutucu davranırsanız; o yasak-günah diye insanların fikri hayatlarını kısıtlarsanız; tarihte bilgi-felsefe’nin kaynaklarına yönelen düşünceleri de silersiniz:
Mesela ta Abbasiler döneminde (MS. 750- MS.1258)Arap İran ve Türk kökenli bilim adamları ‘Ege Doğa Filozoflarına’ dayandırdıkları çalışmaları ile felsefe, geometri, astronomi tıp gibi bilimlere yeni boyutlar kattılar. Şimdi bakıyoruz Ege Bölgesindeki kent-site devletlerini araştıran, yazan, çizen insanların çalışmalarına pek değer verilmiyor; neden?...
İyi örnek vermek için tarih bilmek lazım.
Mesela Birunî’ ni öğrenebiliriz; onun gibi Avrupa’daki Rönesans Çağı’ndan beş yüz kadar öncesinde Farabî, El Kindi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşt, İbn-i Bacce, İbn-i Haldun, Arabi gibi bilim insanlarının ortak bir yanı vardı:
Hepsi Anadolu ve Grek felsefesine hâkimdi; çoğu Arapça’dan başka Türkçe, Farsça, İbranice, Süryanice, Hintçe, hatta Latince dillerinden birkaçını ‘iyi derecede’ biliyorlardı… Böylece zamanında tıp, doğa bilimleri, matematik, astronomi, mantık konularını öğrenmiş ve öğretebilmişlerdi…
Şimdi ülke olarak böyle bilim adamlarına düşünsel ve ‘buluş yapma’ imkânlarını yeterince sağlıyor muyuz; bir ülkenin çağ atlamasında sorulacak esas soru budur!
Eğer bu bilimsel-düşünsel gelişim sağlanmazsa ne olur?
Peru, İnka medeniyetini unutmayın; Afrika kabilelerine bakın; bazılarında bir zamanlar yüksek bir uzmanlaşmanın izleri vardır. Aynı şekilde bu kültürlerin yazılı kaynaklarına erişim de çok kısıtlıdır artık; başka örnekler verelim: Mesela Kufi denilen köşeli harflerin ilkyazı şekli Santrançilî ‘ dir; şimdi bu medeniyeti biliyor muyuz?... Ya da Zeptirod sayılarının getirdiği yenilikler nelerdir diye araştırılıyor mu? Hayır; çünkü her iki başlıkta internet aramalarında dahi pek bir bilgi bulamazsınız. Belki Latin harfleri girerek tanımlamaktansa ‘kadim lisanların’ alfabesini kullanmak lazım.
Bu nedenle hep diyorum ki, unutulan sözcükler ya da kültürün kayda alınmaması nedeniyle koca bir ‘gelenek’ tarihten silinebilir… Bir kere unutulan sözcüklere ilişkin deyim içi kullanımları kesinlikle hatırda tutmak lazım; kendi kültürel geçmişimizi ve kaynak kodlarını içeren birçok bilgiyi oturup bilgisayarlara yüklemek lazım.
Öte yandan o ülkenin düşünce hayatında yer alan, felsefi dünyasında çalışan; teknik ilerleme ve buluşlar açısından da gayreti olan kişilere karşı da, ‘tutucu olmaktan- fikirsel çıkar anlayışından’ uzaklaşarak imkânlar sunulmalıdır.
‘Kötü örnek emsal olmaz!’
Ama bunun için iyi örnekler de anlaşmak lazım. Bilim edebiyatının en önemli özelliği bu ‘iyi’ olanın mantık düzeyindeki geleneğinin korunması, geliştirilmesidir.