Genellikle birbirimize benzer insanlarla yaşama konforunu özleriz. Tartışma olmasın, söylediğimiz dinlensin; fikir ayrılıklarımız olsa da sonuçta aynı uygulamada karar kıldığımız ortak bir çıkarla beslenmek isteriz…
Bu rahatlık bir anlamda ekonomik bir fayda getirir. Az enerji harcayarak pastadan daha çok pay almak hoşumuza gider.
Bunun en iyi yolu ‘siyaset’ kurumudur, ‘avantadan’ geçinenlerin en çok başvurdukları yoldur.
Çetin Altan Üstadın deyişiyle, mesleksiz insanların Devlet eliyle zenginleştirilmesidir…
Önemli olma ile ‘değerli’ olma arasındaki farkı anlatır.
O zaman iş bir ‘Orman Kanunu’ olmaktan çıkar.
Orman kanunu, genellikle ‘avantajlar’ üzerine kuruludur: Boğanın karşısında aslanı düşünün, yan yana getirdiğinizde ağır cüssesine rağmen boynuzlarını kullanarak aslandan korunur…
Kirpi tehlikeyi gördüğü zaman kendini kapatır; isterse yanıbaşında onu yemek isteyen çakal olsun, diş geçiremez…
Kırlangıç kanadını o derece seri kullanır ki kartalın elinden sıyrılıverir.
Orman Kanunları böyle bir şey; ‘avantajlı’ olan ekmek yer… Biri hızlı koşacak, biri, saldırı anında kabuğunu sertleştirecek, renk değiştirecek, diğeri pençelerini geçirmeye çalışacak, ama sonuçta zayıf anında ya da stratejik bir hata durumundan yem olacak…
Ama hayvanları yalnızca besin zinciri içersindeki bir halka olarak düşünmeyelim; her birinin muhakkak insanın düşünce ve hayat sahasına ilişkin birçok öğretici dersler taşıdığını da varsayabiliriz…
Örneğin halk arasında çulluk diye bilinen -avcılar lökeşe der- kuşu ele alalım, soğuk iklimin hayvanıdır ve gagasını toprağa saplar ve yeraltından av arar… Ayakları üç perdelidir, ortada kalp şeklinde et var ki sanki depremi hisseder; -bu bilgiyi avcılardan öğrendik, herhangi bir yerde okumadık-…
Tavşanı ele alalım; ağaç köklerini birbirine bağlar ve erozyonu önler… Keklik çekirge yer.
Görüyorsunuz, hayat ağacının serpilmesinde ve herbir canlının hem kendi arasında hem de ‘özellikleri’ itibariyle insana pek çok fayda sağlıyor…
Gelelim insan toplumlarına…
Hayatta kalma çabası, -geçim kaygısı- pek çok kişiliğin ‘kafalarının içinde bir yerlerinde’ kendi orman kanununu yaşatmaya çalışmasıyla ilgilidir.
Bu insanlar sanki yaralı bir ayı gibi, bir fil, timsah, baykuş, artık aklınıza hangi hayvan gelirse, benzediği hayvani bir güdüyle ve –kötü anlamda söylemiyorum- bencil bir duyguyla beslenir.
Kimileri de kendini kurban etmeye hazır ‘kederci’ bir bakış açısıyla celladını bekleyerek yaşar. –Buraya kadar normal…-Her insanın hayata bakışı aynı değil!
Fakat bir de öyle ya da böyle bazı insanların ‘onurlanma’ açlığı vardır.…
‘Onur’ güç ile ilişkilendirilince ‘din-millet-ırk-cinsiyet’ gibi doğuştan ve kendi irademizde olmayan şartlar içinde varoluşumuza ‘üstünlük’ etiketi yaftalarız… -Burada ‘Ayaklar altına alınan’ ırk anlamında milliyetçiliktir; yoksa tarihin derinliklerine inen kültürel mirası sahiplendiğimiz bir Türklükten söz etmiyoruz herhalde!-
İşte uygar olmak demek, bunların üstünde bir insan hakkı tanımı ve düzenin yetenek ve rekabet şartları içersinde şekillenmesidir.
Bu kültür, sanat, ekonomik yapı, siyasal ahlak, eğitim kalitesi, bilim teknolojideki buluşların sayısı, patent sahibi olma, uygulamadaki verimlilikler gibi ölçülebilir ve karşılaştırılabilir unsurlarla kendimizi diğer ülkelerle kıyaslayabiliriz…
Yoksa hitap ettiğiniz kitleye ekonomik olarak nasıl bir avantaj sağlayacağınız ile ilgili değil…
Eğer bu konulardaki başarılarınızı dünya konuşuyorsa ve en önemlisi bu sonucun alınmasında –yani ‘yönetim’ başarınızda- ‘rekabet’ ve ‘yeteneklerin’ değerlendirilmesindeki kalite, ‘avantadan geçinenlerin’ önüne geçiyorsa, siyaseten iyi bir idare var demektir…
Ya bugün geldiğimiz nokta nedir?..
Siz de biliyorsunuz ki;
Bu ülkede, devlet kaynaklarını savurganca kullananların, ideolojik bağnazlık ve ‘korku-dış güçler’ yüzünden halka sürekli siyasal baskı uygulayan politik söylemlerinin memleketi ne hale getirdiği henüz yeterince tartışılmadı.
Maalesef siyasal ve ekonomik avanta ile milletin gözünü boyayan siyaset, Türkiye’ yi uluslararası alanda hiç de ileriye taşımıyor!