Her sabaha bir başka coğrafyada yaşanan savaş, gözyaşı, zulüm ile yüreklerimiz ürpererek uyanıyoruz. Hani “insan insanın yurdudur” diyorduk. İnsana yurt olması gerekirken onu yurdundan eden varlıklara ne zaman dönüştük?
Tüm dünyada yapılan anketlerde en çok endişe duyduğunuz konular nelerdir?” sorusuna verilen yanıtlar sırasıyla;
1)Enflasyon
2)Artan suç oranları
3)Yoksulluk
4)Sosyal eşitsizlik
5)işsizlik
6)Artan terör, şiddet ve savaşlar
7)Kronik hastalıklar ve kanser
8)İklim değişiklikleri ve kuraklık
9)Mülteciler ve göç
10)Dijital suçlar ve siber zorbalık
Peki bu endişelerin kaç tanesini kişisel olarak önleyebiliriz? Belki de hiçbirini. O halde endişe yerine elimizde olana, yapabileceklerimize odaklanmak daha doğru bir davranış değil mi? İklim değişikliği ve kuraklık karşısında yapılabilecek şey suyu dikkatle, israf etmeden kullanmak, kirlenmesini önlemek, nimete şükrü unutmamaktır.
Sâdi Şirazî 'ye sormuşlar; İnsan nedir? “Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endîşe..” “Bir damla kan ve bin bir endişe..” demiş.
Endişe, bir olayın gelecekte kötü sonuçlanacağı beklentisi ve yaklaşan olası bir tehdidi tanımlayarak buna odaklanmayı içeren bir düşünce sürecidir.
“Dünya” sahnesinde, “hayat” denen oyunda yönetmen değiliz. Kendimize verilen rolü en iyi şekilde oynamaktan sorumluyuz. Çöpçü semtini tertemiz yapmaktan, çoban sürüsünü emniyet içinde otlatmaktan, doktor şifaya vesile olmaktan, ressam en anlamlı portreyi çizmekten, kısacası insan dünyaya geliş ve yaratılış amacına en uygun şekilde yaşamaktan sorumludur.
Dünya bir yarım kalmışlıklar müzesi gibi. Kiminin bardakta çayı, kiminin tabakta yemeği, kiminin işi, kiminin hayali yarım kalır. “Güzel olan her şey yarım kalır," der Cahit Zarifoğlu. Bu devran böyle dönüp dururken, endişe neden?
Endişe edeceğimiz şeyler, elimizde olan şeyler olmalı. Değiştirebilecekken değiştirememekten, düzeltebilecekken düzeltememekten endişe duyabilirsek endişemiz bir işe yarar. Elimizden gelenin en iyisini yapıp tevekkül etmekten sorumluyuz.
Yola çıkmaktan, yola revan olmaktan sorumluyuz. Menzile, maksuda erişmek nasip-kısmet meselesi. Karşılaştığın her şey ya nasibindir, ya da imtihanın. İmkan verilir imtihan edilirsin. Başıboş bırakılacağını zannederek yanılır insanoğlu. Her imtihan ile bir imkan, her imkan ile bir imtihan gelir. Gelen nimet de, karşılaştığın insan da kısmetindir. İyi çıkarsa “kısmet”, kötü çıkarsa “kör talih” diyerek verilenin bir imkan mı, imtihan mı olduğunu düşünmeyiz çoğu zaman.
Endişenin de bir sınırı olmalı. Endişe ümitsizliğe dönüşmemeli. Öyle olunca her şeyi kendi haline bırakır insan. Havf ve reca (korku ve ümit arasında) ile yaşamak mümkün. Evet endişemiz. olacak, ama çaresiz değiliz. Korkularımız olacak ancak ümidi kaybetmeyeceğiz. Dünü düşünürken orada takılıp kalmayacağız. Anda yaşamaktan sorumluyuz. Anı en güzel şekilde yaşamak ve değerlendirmekten sorumluyuz. Geçmişin esiri olmayacağız, ana takılı kalmayıp, akan hayatla birlikte geleceğe akmaktan, insanca yaşamaktan imtihan edileceğiz.
Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Hattı müdafaa yok,sathı müdafaa var.Ama bu satıh sadece bir ülke değil tüm yeryüzü, tüm insanlıktır.
Mehmet Akif’in dediği gibi;
“Allah’a dayan, saye sarıl, hikmete ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”
Yersiz endişeler yerine, değiştirebileceklerine odaklanan, elinden geleni arkasına koymayan, bugünün işini yarına bırakmayan dostlara binlerce selam.