İnsanoğlu yerleşik hayata geçtiği günden bugüne kadar tarımla hep iştigal olmuştur.       Dünya tarihi boyunca yaşanan afetler, savaşlar, kıtlıklar insanlığa tarımın önemine her seferinde hatırlatmıştır. Tarım sektörü en kadim, en çok ihtiyaç duyulan, ikamesi olmayan bir sektördür. Tarih boyunca insanoğlu verimli tarım alanlarına sahip olabilmek için savaşlar vermiş, kavimler göçü gibi kitlesel büyük göç hareketleri tarımsal verimliliğin yüksek olduğu bölgelere doğru olmuştur. Tarımsal üretime geçilmesiyle birlikte ortak yaşam(kentler) alanları, bu alanları güvenliğini sağlamak için ordu, kargaşayı önlemek için devlet, devletin yetkilerini belirlemek için yasalar ortaya konulmuştur. Görüldüğü gibi tarımsal üretime geçilmesiyle birlikte insanlık tarihinin gidişatında önemli değişimler yaşanıştır.



Tarihin ilk dönemlerinde tarımda ortak komünal bir üretim görülse de zamanla yaşanan savaşlar bazı kitleleri serf durumuna düşürürken, belli imtiyazlara sahip kişilerinde feodal güce sahip olmasının önünü açmıştır. Antik Yunanda da görüldüğü gibi modern tarımsal üretime sahip devletlerin her zaman refah seviyesi yukarıda olmuştur. Atina devletinin tarımdaki ilerlemesinin sonucu olarak, Atinalıların refah seviyesi Sparta dan daha yüksek olmuştur. Klasik iktisadi düşüncenin temellerini atan fizyokrat görüş ekonomideki etkin sektör olarak tarımı ele almış, zenginliğin göstergesi olarak sahip olunan toprak miktarını göstermiştir. Yaşanan süreci kendi tarihimiz özelinde inceleyecek olursak Selçukluların uyguladığı ‘İkta’ sistemini Osmanlı revize ederek ‘Tımar’  sistemi olarak uyguladığını görüyoruz. Bu sistemle Osmanlı askerin ihtiyaçlarını karşılamış, ülkenin güvenliğini sağlamış, hazinenin bütçe giderlerini azaltmıştır.



Yakın tarihimizde ise ikinci dünya savaşında milyonlarca insan gıdaya ulaşamadığı için açlıktan hayatını kaybetmiştir. Özellikle ikinci dünya savaşının ardından tarım sektöründe büyük sermaye gücüne sahip firmaların büyük topraklar satın alarak tekelleşme eğilimi içeresine girdiği görülmüştür. Şehirleşmenin beraberinde getirdiği lüks tüketim algısı, insanların harcamalarına göre sınıflandırılması, tarım alanlarından göçü hızlandırmıştır. Geldiğimiz son durumda ise insanlık çok tüketici az üretici konumundadır. Köylü sınıfının topraklarını terk etmesi küresel  çaptaki büyük sermaye sahiplerinin büyük bir zaferidir. Köylü sınıfı küreselciler açısından sistemin dışarısında kalmıştır. Köyde yaşayan insanın lüks tüketim, marka algısı şehirde yaşayan bir insan kadar olmadığı için bu sistem için bir eksikliktir. Köylüler büyük kentlere göç ederek hem kurgulanan sitem için üretici aynı zamanda tüketici konumuna gelmiş olmaktadır. Aynı vatandaş tarlasını ekerek kendi ihtiyaçlarının belli kısmını kendi imkanları dahilinde karşılaması durumunda küresel sistemin pazarına dahil olmamış olacaktır. Küresel güç çiftçi sınıfını bitirerek tüketimi esas alan, insanları kendi planladığı üretimin bir parçası, aynı zamanda da ürettiği malın müşterisi yaparak kazancını  sürekli hale hale getirmektedir. Devletlerin çiftçilere yeterli desteği sağlamamasının altında yatan neden budur. Ayrıca tarım Türkiye’de yaşayan insanlar açısından bir sosyal sigorta görevindedir. Ailesinde köyde yaşayanlardan gıda ihtiyacının büyük bir kısmını sağlayan bireylerin tasarruf yapma olanağı daha yüksektir. Köyde yaşayan insan sayısının azalması Türkiye’de tarımın sosyal sigorta rolünü azaltmakta tasarruf yapma oranlarını azaltmaktadır. Tarım ürünlerinin talep esnekliğinin bir ve üzerinde olacağını göz önüne alırsak bu durum küresel çapta üretim yapan tarım firmalarının iştahını kabartmaktadır.