Yine bir bayram geldi, hoş geldi, sefalar getirdi. “Ah o eski bayramlar” diyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Eskiye özlem daha çok dillendiriliyor. Teknoloji ve iletişim araçları geliştikçe insanların yüz yüze iletişimi ne yazık ki azalıyor. Telefonun bir tuşuna basmakla binlerce kişiye aynı anda gönderilen yalın, klasik bayram mesajları beni tatmin etmiyor. Ya yüz yüze ziyaret edeceksin, ya da canlı bir telefonla sesini duyacaksın.
 
Ayrıca bayramın yaklaşması ile tatil beldeleri de kalabalıklaşıyor. Tatil tabii ki yapılabilir ancak önce anne baba ve büyükler ziyaret edilip elleri öpülecek, hediyeler verilecek, tatlılar yenecek, bayramlaşma gerçekleşecek ondan sonra isteyen tatile gitsin.
 
Eş dost ziyaretinden sonra vakit bulup huzurevlerindeki yaşlıları ziyaret edip ellerini öpünüz. Orada farklı bir duygu yaşayacaksınız. Ben her bayramda ziyaret etmeye çalışıyorum ve o saatleri asla unutmuyorum. Mezarlıkları ziyaret edip dua bekleyenlere Fatihalar gönderiniz. Nöbette olan polislere, sağlıkçılara, hastanede yatan hastalara ve sağlık personeline, askerlerimize, kimsesiz ve gariplere yapacağınız ziyaretler bayramın gerçek bayram olmasını sağlayacaktır.
 
İhtiyaçlarımız o kadar çok ki hangisini sayayım. En çok da bir yarene, bir dosta ve muhabbete muhtacız. Çağımız insanının kanaatimce en acınacak hali yalnızlığıdır. İletişim imkanlarının bu denli zirve yaptığı, ulaşım sorununun olmadığı bir devirde insanın yalnız oluşu bir garipliktir. Uzaya gidebilmeyi artık bir sorun olmaktan çıkaran ademoğlu karşı komşusuna gitmekte zorluk çekmektedir. Dünyanın öbür ucunda yaşanan olaylardan anında haberdar olan bizler aynı apartmanda yaşadığımız kişilerin bir yakınının ölümünden haftalar veya aylar sonrası bilgi sahibi oluyoruz.
 
Günde bin defa sosyal medya sayfasına bakmayı ihmal etmeyenler, aynı sokakta ya da mahallede yaşadığı aç ve hasta komşularından bihaber yaşamaktadırlar. Bayram ya da kandil günlerinde bir yerlerden kopyaladığı tebrik mesajlarını akıllı telefonu ile binlerce kişiye göndererek görevini yaptığını zanneden insanlar anne ya da babasına bir telefon açıp sesini duymayı akıl edememekte ya da önemsiz görmektedir.
 
Eskiden insan insanın kurdu değil, insan insanın dostu ve yareniydi. Şimdi çıkara dayalı, makama ve mevkiye göre kurulan ilişkiler almış başını gidiyor. Geçmişte eşyalar değil insanlar ağırlanırdı evlerde ve hanelerde. Şimdi alkış ve ilgi, daha çok içindeki mazrufa değil, dışındaki zarfa ve kürke gösterilmektedir.
 
Bir kare fotoğraf çektirip altına iki satır sağdan soldan duyduğu sözü yazarak mutlu olduğunu göstermeye çalışan insanımız maalesef kalabalıklar içinde yalnız ve gariptir. Konuşacak, dertlenecek, hasbihal edecek yoldaş ne yazık ki yok. Ailecek birlikte olmak için çıkışan yemeklerde bile herkesin elinde ya bir telefon ya da tablet sosyal medyada gezinti yapmakta, anne babası veya çocukları ile iki satır kelam etmeden sofradan kalkılmaktadır.
 
İnsan insanın halinden anlamıyor artık. Kimse kimseyi muhabbet için ziyaret etmiyor. Ziyaretlerin bile sebebi çıkar ve menfaate bağlı. Hal ve hatır sormak için aramak yok, başımız sıkışınca “alo!” demek moda. Kırk yıl semtine uğramayanlar bir işi düşünce “görüşemiyoruz, vefasız çıktınız” diye söze başlayıp “ya gelmişken şu işimizi bir konuşsak” diye tamamlıyor sözünü.
 
Dostluk hesaba kitaba gelmez, dostun sırrı ifşa edilmez, dost sevinçte değil üzüntüde daha çok aranıp sorulur. Dost telefon rehberi kaybolunca silinmez, bu tür bahanelerin arkasına sığınıp ta “ya telefonun azizliği, tüm numaralarım silindi” diye kandırılmaz. Telefon rehberine yazılanlar dost değildir, onlar ancak rehberdeki kişilerdir. Dost gönle ve kalbe yazılır.
 
Dost dediğin gerektiğinde çağırmadan, davet edilmeden ansızın çıkar gelir. Dost dediğin sen anlatmadan halinden bilir, acını paylaşır, kederlerine ortak olur. “Öküz öldü, ortaklık bozuldu” türünden birlikteliklerin zirve yaptığı, “bu işten ben ne kazanacağım?” sorularının içten geçirildiği ilişkiler dostluk değil menfaatperestliktir. Kimsenin bir başkasının gözünün yaşına bakmadığı, halini hatırını sormadığı, halinden anlamadığı, kalbine dokunmadığı, sadece kendini düşündüğü bir ilişki biçiminin geçerli olduğu bir zamanda “vefa” kelimesi bir semt adından öteye gidememektedir.
 
Bir kalemde silip atılan, yanından ayrılınca kuyusu kazılan, arkasından türlü naneler çevrilen bu zamanın insanı kime dost diyeceğini, gönlünü kime açacağını, kime güveneceğini bilemez olmuştur. Hiç beklemediği, asla ummadığı kişilerden tekme yiyen zavallı insanlık “güven” kelimesine hasret, saygıya susamış, sevgiyi özler olmuştur.
 
Hepimiz dostları özledik, güzel bayramları özledik, çocukluğumuzu özledik. Yareni özledik. Özlenen herkese selam olsun. Bayramınız mübarek olsun.
 
Dr. Muzaffer Yurttaş