Ülkemizde diyabetik başta olmak üzere, obezite dahil gıda güvenliği ve beslenme alışkanlıklarıyla yakından ilişkili hastalıklar ciddi oranda yükseliyor.
Almancada bir deyiş vardır; ‘der mensch ist was er isst!’ Anlamı, yediğin-tükettiğin gıdalar senin hayatını şekillendirir ya da ‘sen ne tüketirsen osun,’ gibi…
Biz ‘Almanca deyiş,’ dedik ama bu sözü söyleyen 1800’lü yılların ünlü Felsefecilerinden biri, Ludwing Feuerbach. Adamın görüşleri tartışmalıdır; biz severiz-sevmeyiz ayrı; ama insanın beslenmesine dikkat etmesi anlamında bir uyarıda bulunuyor:
‘Dikkat, gıda yoluyla doğadan aldığın mineraller, senin düşünce-yaşam alanını etkiler;’  diyor;
Nasıl mı?
Ne yiyorsan o’ sun!
Mesela topraktan gelen atom bileşimlerinin vücudumuzda müthiş bir dengesi var; minerallerin yakılmasıyla bir çeşit yaşam enerjimiz ortaya çıkıyor; ya da –temiz- Su ihtiyacımızdan söz edelim, yetişkin insanda yüzde altmış; çocuklarda yüzde kırk’tır. Bu dengeler şaştı mı, hastalıklar gelir; uzatmayalım; ne tür bir beslenme alışkanlığına sahip olduğunuz önemlidir…
Mesela yirmi yıl önce yapılan bir araştırmada tahıllı gıdaları çok tükettiğimiz için çinko eksikliğimiz olduğu söylenmişti; Çinko eksikliği sık sık enfeksiyona yol açabilir, yani hücre bağışıklığını azaltır, sperm kalitesi ve zihinsel bozukluklarla ilgili olabilir; triot’i etkiler;
Bunlar da sağlık politikaları ve sigortalar ile ilaç piyasası ile iç içe konulardır;
Gıda ve hastalık ilişkisi
‘Toprak, su ve ateş; bu asılların ve parçaların çekişi, cismimize her an bir hastalık verir,’ diyor Mevlâna.
Bu düşüncenin bir adım ötesinde İbn-i Haldun da ‘İnsan yediklerinin ve düşündüklerinin bir sonucudur,’ der...
Söylemek istediğimiz, beslenmenin hem toprak kalitesine bağımlı olması; bir… -Nitekim ülkemizde tarım yapılan topraklardaki çinko miktarı düşük!!!...- İki; Çetin Altan’ ın, tahıl ağırlıklı beslenmenin, ya da başka şekilde tek yanlı beslenmenin, ülkelerin toplum düzenlerini etkilediği tezidir; bu konularda bazı tarihi örnekler verebiliriz;
Beyaz pirinci dayamışlar burnumuza
Bakın, bizim yeme-içme konusunda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında et ve süt tüketimi üzerine ciddi bir sağlık politikası uygulanmış; 50’li yıllarda bu tüketim oranları düşmüş; bugünler de yine toparlanma yolundayız….
Ancak, şu geçiş döneminde bir noktayı açıklayalım; Türkiye için bu beslenme konusundaki ‘dış müdahaleler’ ilk olarak 50’li 60’lı yıllarda gündeme geldi; PL480 denilen bir yardım kanalı üzerinden o dönemin Amerika Birleşik Devletleri bize üretim artığı haline gelen ve bu topraklara uyum sağlayacağı ve üretim değeri açısından tartışılır bir şekilde buğday-pirinç gibi tahıllar satması hem üretim hem de beslenme alışkanlıklarımızı değiştirdi!…
Margarin kullanmayın!
Margarin tipi yağları ye-me-yin! diyor uzmanlar… Şeker yemeğin, diyor!... Fastfood tipi yiyecekler zararlı!.. Bakın kasaptan et alırken bir naziklik-kibarlıkla, ‘aman yağlı olmasın!..’ derken hazır  yiyeceklerdeki ‘koruyucu’ ve ‘tatlandırıcılara’ bir şey demiyorsunuz!!
Bakın yakın zamanda Montreal Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada fast-food ürünlerinin beynin kimyasını değiştirdiğini ortaya koymuşlar; içlerindeki katkı maddelerinin öğrenme bozukluğu, motivasyon eksikliği ve hafıza kaybının yanında; vücudun su ihtiyacını –çok- arttırdığı için sindirip ve böbreklerimizin çalışma temposunu da bozduğunu söylerler…!
Beyaz Ekmek
Çok var da anlatılacak; bunları bilen biliyor zaten; ancak şunu vurgulayalım; ta 50’li-60’lı yıllarda ülkemize getirilen beyaz buğday üzerinden yediğimiz şu an ki ‘beyaz ekmekler’ de kontrollü yenilmeli.
Eskiler tam kepekli ekmek yerlermiş ki, gerçi bunlarda da nişasta var ama bağırsakları çalıştırmakta daha iyi!
Geleneksel gıdalar daha sağlıklı
Eskilerde tereyağlı yapılırmış yemekler; besinler haşlanır ya da odun ateşinde, zırhlanarak pişirildiğinden nefasetini korurmuş. Zeytinyağında rafine-fabrika yağı bile tercih edilmez, sızma tüketirmiş, bu yağın posasından sabun yapılırmış… Kalıp sabunu rendeleyerek deterjan gibi kullanırlarmış… Bunları nereden öğreniyoruz? Karatay Diyeti kitabının yazarı, Prof. Der. Canan Karatay’ ın konuşmalarından hafızamızı tazeleme imkânı bulduk;
Özetleyelim, geleneksel gıdalarımız arasında beyaz pirinç yok; et alırken de, ‘Kuyruk yağını da ekleyiver evladım,’ diyenlerin bir bildiği olabilir, ona göre!
SÖYLEMEK İSTEDİĞİMİZ şudur;
Yediklerinize dikkat edin; doğal yiyecekler-doğal pişirilme yöntemleri ve organik beslenme imkânlarımız üzerinden biraz daha kafa yoralım…
Lokantalarımız da beslenme sağlığımız
Geleneksel pişirmede göveç veya odun ateşinde; ya da mangal –pişirme ne güzel olur… Lokanta tercihlerimizi yaparken bunları da dikkate alın lütfen; yemeklere şeker-tuz katkılı soslarınızla içimizi bayıltmayın!..
Lütfen, özellikle lokantalarda gaz-ile-ısıtma kontrollerini biraz daha ciddi alın;
Lokantalarımızda, kamu yemekhanelerinde; lütfen kızartma yağlarını defalarca kullanmayın ve atık yağları lavabolara boşaltmayın;
Atık yağları toplama kutularında biriktirin; -çok önemli!-
Lokantaların denetlenmesinde ‘kadın konseyi’ rol alsın
Bakın, lokantaların, pişirilen gıda satış yerlerinin denetimi hâlâ bir sorun; ya yetki karmaşasından ya da sadece ‘ceza’ üzerinden bir caydırıcılıkla esnafımız zorluk çekiyor. Bizce bunlar ikinci konumdadır; birincisi iyi bir iş yapmak-kalite standartları insanın içinde olacak!.. Bu bir…
İkincisi; bir mutfağı-lokantayı kim en iyi denetler?.. Elbette ki kadınlar. Bize göre, Kent Konseyimizdeki kadınlar, ya da Kadın Konseyi üyeleri, resmi denetçilerle bir arada lokantalara gitsinler.. Onların görüşleri istikametinde bu işler çok daha iyi olur!
Lokantalarda Bulaşık makineleri
Ve son olarak; lokantaların iş ilanlarında, ‘bulaşıkçı’ aranıyor yazısını görünce, ben nedense, temizlik olayının hafife alınmış olabileceğini düşünüyorum
Lütfen lokantalarımızda yemekhaneler için geliştirilen ekonomik bulaşık makinelerini kullanın! (X)
Bu zamanda iyi lokantalar demek; temizlik ve sağlık kurallarını dikkate alan işletmeler demektir. Eski masa, geleneksel yemekler, doğal pişirme usuller iyidir ama müşteriye saygı ve işletmenin marka değeri anlamında modern çağın gereklerini de uygulamak da çok önemlidir;
Lokantalar konusunda ayrıca Haber Gazetesi’ ndeki, 15/02/2013 tarihli ‘Sirke’ başlıklı yazımızı okuyabilirsiniz; orada da fermante yiyecekler ve katkılı gıda ürünleri üzerine bazı düşüncelerimizi paylaşmıştık.
Afiyet Olsun!
(x) Lokantalarda bulaşık makinelerinin kısa süreli program ve ebatlarına ilişkin beyaz eşya üreticilerimiz eminiz bir güzel modeller geliştirebilir. Ne de olsa ani –yüksek sıcaklıkla çözülme ve püskürtmeli durulamayla bu işler yapılıyor; hızlı yıkama ve batarya ile su deposunun olduğu bulaşık makileri de üretebilir mi, uğraşmak lazım…