“Hangi şehirde yaşamak istersiniz?” sorusuna ne cevap verirdiniz? Yaşadığı şehri seven kişilerin oranı nedir? Böyle bir anket ülkemizde yapıldı mı bilmiyorum. Benim için yaşadığım şehir hep gönlümün başkenti olmuştur.
“Yaşadığım şehri seviyorum” diyenlerin acaba ne kadarı o şehri güzelleştirmek için çalışıyor? Ya da ne kadarı o şehri yağmalıyor ve rant elde ediyor? Her iki soru da bence son derece anlamlı sorular. Toplantıdan iş yapmaya fırsat bulamayanları, seçilmeden önce kapısının herkese açık olacağını söylediği halde koruma ordusu ile dolaşan şehrin emin (?) lerini ve rant uğruna her şeyi satan, her evraka imza atanları nereye koymak gerekir?
Her gelenin bir kazma vurduğu, ancak yeniden kapatmadığı çukurlarla delik deşik olmuş sokaklara, verimli tarım arazilerinin yerleşim yerleri tarafından işgal edildiği imar planlamalarının yapıldığı yerlere, çarşılarında keşmekeşlikten adım atılamayan kaldırımların bulunduğu beldelere, dev alışveriş mağazaları ile esnafın felç edildiği yaşam alanlarına ne kadar şehir denebilir? Şehir demek Medine demektir, medeniyet demektir, ortak kültür demektir. Her sokak başında üç harfli zincir marketlerinin bakkalları yok ettiği, zengini daha zengin yoksulu daha fakir yapan sistemi körükleyen bir yerden nasıl şehir sevgisi doğacak?
Caddelerin araçlar tarafından işgal edildiği, insanlara gezip dolaşma alanının kalmadığı metropollerde insan nasıl şehri benimseyecek, nasıl sevecek ve ne kadar kendini o şehre ait kabul edecek? Evinde sıkılan kişinin biraz hava almak için dolaşmak amacıyla çıktığı sokaklarda ağaçların bile zehirlenme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı diyarlarda, çocuklar doya doya nefes alınamıyorsa şehri sevmek nasıl olacak? Sokaklarda kadınların, çocukların her an bir hayvan tarafından ısırılma tehlikesi ile köşe bucak kaçtığı beldeler nasıl emin belde olacak?
Kentsel dönüşüm adı altına eski apartmanları yıkıp yerine aynı şekilde daha yüksek apartmanların dikildiği, yeşil alanların ve parkların çoğaltılmadığı sisteme nasıl kentsel dönüşümü diye bakılacak? Binaların ve sokakların estetik görünümüne önem verilmeden durmadan genişlediği alanlar nasıl gönülde bir yer bırakacak?
Şehrin caddesi, meydanları, parkları, camileri, kamu binaları, çarşısı sakinlik, huzur veriyorsa, esnafı güler yüzlü ve mutlu görünüyorsa, siz de o şehirde huzur ile dolaşabiliyorsanız severek yaşarsınız orada. O kentli olmaktan mutluluk duyarsınız. Başkalarına yaşadığınız kentten bahsederken gözleriniz parlar. Eğer bir şehri severseniz yaşadığınız yere aşk ile yaklaşırsınız. Bilirsiniz ki attığınız her adım size olumlu dönecek, gelecek kuşaklar huzur ile yaşayacak siz kirletmeye korkarsınız sokakları, etrafa çöp atmayı, sevgiliye yapılan bir hakaret kabul edersiniz. Üzmemeye ve üzülmemeye çaba harcarsınız. O şehirle aranızda aidiyet oluşur. O şehir sizi, siz de o şehri kucaklarsınız. İşte o zaman belde emin belde, o şehirde mukim insanlar da bahtiyar insanlar olur.
Ailecek yaşamaktan mutlu olduğunuz böyle bir şehri özlemeyen var mı? Bilge Mimar Turgut Cansever “İnsanın dünyadaki en önemli görevi, dünyayı güzelleştirmektir” diyor. Kaç kişi şehrini ve dünyayı güzelleştirmeye çalışıyor? Kaç kişi kirletmenin ve rantın peşinde?
Belediyeciliğin en önemli ödevi şehri yaşanılır, güvenli, huzurlu, yeşil, temiz, düzenli kılmaktır. İnsanların huzur bulmadığı, sadece başlarını sokacağı bir sığınak olarak gördükleri, bir an önce emekli olup kaçmak istedikleri yerlere medeniyetin temsilcisi olan şehir adını vermek mümkün değildir. Şehrin bir kimliği, bir ortak kültürü, bir hedefi olmalı. Orada yaşayanların aşı, işi, huzuru olmalı. İnsanlar şehrine aşık olmalı, şehir ise insanlara kucak açmalı.
Kendine ait hikayesi olan, ayrı birer ruhu yansıtan, sıcacık, yaraları görev ve pansuman eden, huzur ve sakinliğin adresi olan şehirlerin sevenleri çok olur. Hacı Bayram Veli ne diyor: “İnsan, şehri inşa ederken aslında taşın toprağın arasında kendisini inşa eder. Gönülde her ne var ise, şehir olarak görünür. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk ile dolu olanın şehri gülistan olur” İbn-i Haldun diyor ki: “Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler.” İnsan zamanla şehirle bütünleşir, ruh ikizi olurlar.
Her şehrin bir yazısı, her şehrin bir yazgısı vardır. Şehri okumak ise ayrı bir beceri ister. Ben her gittiğim şehri okumaya oranın çarşısından başlarım. Sonra manevi büyüklerinin mekanları ile devam ederim o şehri tanımaya. Edebiyatını, türkülerini, şiirlerini, yetiştirdiği güzel şahsiyetleri inceleyerek okumaya devam ederim. Şehri tanımak için soru sorduğum ilk kişi bana şehrin yemeklerinden bahsederek konuşmaya başlarsa muhabbeti kısa keserim. Arastanın esnafları sorduğum soruya dilinin ucu ile ve yüzüme bakmadan cevap veriyorsa oraya bir mim koyarım. Sakinleri huzurlu, esnafı yapıcı, insanların hoş sohbet ise şehri derinlemesine tanımaya ve en tenha yerlerini bile görmek, bilmek için gayret ederim. İlk izlenimlerim hep önemlidir. Siz siz olun size bir şey soran birine karşı en güzel sözleri kullanın, sorunlarına ve sorularına çözüm arayın. Sizi ve şehri güler yüzünüz ve hikayelerinizi dinlemek için arayan soranlar bol olsun.
Nazım Hikmet “İki şey vardır ancak ölümle unutulur: Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü.” Acaba şehrin yüzü hayalimizde nasıl bir resme sahip? Atalarımızın “Şerefü‘l-mekân bi‘l-mekîn” yani bir şehrin şerefi orada yaşayan insanlardan gelir. Güzelleştirmeye önce kendinden, sonra kentinden başlamalı insanoğlu.
Yaşamak zorunda olduğunuz, zorunlu ikamete tabii bulunduğunuz, ölünce mezarınızın bile köyünüze kazılmasını istediğiniz bir şehri sevmezsiniz, sevemezsiniz. O belde size huzur vermez. Sevebilmek için bahaneleriniz olmalı. Şehre aşık olmak için şehrin kendini sevdirmesi, sizin de o şehre güzel bakmanız gerekir. O güzel şehrin sakinlerine selam ile!