Hayatın içinde bazen bize kendimizi iyi hissettiren olaylar yaşarız bazende kötü hissettiren. Biz insanlarda zihin denen bir faktör var, kendisi daha çok negatife ve geçmişe odaklıdır. Özelliklede canımızı yakan, kendimizi kötü hissettiren kişilere fena halde takılır zihnimiz. Böylece hem enerjimizi boşa harcamış hemde geleceğimizi benzer olaylar ve durumlarla şekillendirmiş oluruz. Kızgınlık, öfke, nefret düşük frekanslı enerjilerdiir. İçimizde ne kadar düşük frekans varsa bizi aşağı çeker. Bu duygular içimizde biriktikçe önce ruhsal sonra bedensel olarak hastalık oluşur. Tartışmasız tıp ilminin bir numaralı ismi olan 200'den fazla kitap yazan İbn-i Sina "öfke karaciğeri, keder akciğeri, üzüntü mideyi, stres kalp ve beyni, korku böbrekleri yorar. Bunlar vücutta artınca ve sürekli ise, o organ hasta olur". der. Ruhsal ve bedensel sağlıklı olabilmek için affetme gerekiyor fakat bu yazıldığı ve söylendiği kadar kolay olmaya biliyor.
 Öncelikle şunu anlamak lazım, canımızı yakan kişiyi affetmek demek onun haklı olduğunu kabul etmek demek değildir.Sadece karşımızdaki kişinin bizde oluşturduğu negatif enerjiden özgürleşmek demektir.Affettikten sonra görüşmek zorunda değiliz.Hiç bir insan algı alanımıza boşuna girmiyor. Hepsi bizde olan bir şeyi bize gösteriyor. Gerçekte onlar kabul edelim yada etmeyelim bizim birer aynalarımızdır, bizde olanı bize yansıtır. Bu boyutta en çok canımızı yakan kişiler tekamül yolculuğumuzda en sıkı öğretmenlerimizdir, görevlerini yapıyorlardır. Eğer bu konuda ki dersimizi almayıp kızmaya devam edersek daha zorlu öğretmenler çıkacaktır dünya okulunda karşımıza. Peki dersimizin ne olduğunu nasıl anlayacağız? Kendinize şu soruları sorup cevaplayın. O kişiye neden kızgınım? Ne yaptı? Bana bunu yapması bana kendimi nasıl hissettirdi? Böyle hissetmek bana ne öğretiyor? Ne kazandırıyor? Son soruya vereceğeniz cevap önemli. Çünkü bilinçaltı bu pozitif kazanç uğruna negatifi tekrarlatıyor bizlere. Gerçeği anlamak ve bu negatif duygudan kendimiz için özgürleşmek zorundayız. Aksi taktirde geçmişe takılı kalıp hayat yolunda kolaylıkla ilerlememizin önüne engeller koymuş oluruz. Bu konu ile ilgili Marie Rose Balter'in beni derinden etkileyen, filmi dahi çekilen akıl hastahanesinden Harvard Üniversitesine uzanan yaşam hikayesi var. Marie Rose Balter, 1930 da alkolik bir annenin çocuğu olarak doğar. 5 yaşında yetiştirme yurduna verilir. Marie, bir çift tarafından evlat edinilir. yeni ailesi sadist bir çifttir ve Marie yıllarca bir bodrumda kapalı tutulup işkenceye görerek büyür.Sadist çift, çevreleri tarafından iyi ve saygın bir aile profiline sahip oldukları için kimse onlardan şüphelenmez. Yıllarca süren işkenceye dayanamayan Marie 17 yaşındayken felç geçirir ve halüsinasyonlar görmeye başlar. Doktorlar tarafından şizofreni teşhisi konulan Marie hayatının 17 yılını da akıl hastanesinde geçirir. 34 yaşına geldiğinde doktorlar genç kadının şizofreni olmadığı, ağır depresyon geçirdiği anlar. Akıl hastanesinde yaşamak zorunda olmadığını öğrenen Marie Rose’un önünde iki seçenek bulunuyordu.,ya hayatının sonuna kadar devlet bakımında yaşayacaktı ya da kendi hayatını kuracaktı. Maria, onu bu hâle getirenlerden intikam almak ve onları dava etmek yerine yeni bir hayat kurmaya karar verir ve geçmişini bir kenara bırakır. Marie üniversiteye başlayıp mezun olduktan sonra, Harvard Üniversitesi'nde mastır yaptı. 
Psikiyatrik hastalarla çalıştı, konferanslar verdi. Birçok hastanede çalıştıktan sonra 58 yaşındayken 17 yılını  hasta olarak geçirdiği Danvers State Akıl Hastahanesi'ne yönetici olarak atanır. O gün duygularını şöyle ifade eder; "Eğer affetmeyi öğrenmeseydim, bir adım bile gelişemezdim. Yaşamım ziyan edilmiş bir yaşam olurdu ve bugün bu hastaneye yönetici olarak dönemezdim.”
Negatif duygulardan kolaylıkla özgürleşebilmeniz dileğiyle.