Sebahattin Ali’nin okuduğum en iyi romanlarından biri olduğunu söylersem sanırım diğer eserlerine haksızlık etmiş olmam.
Genellikle toplumsal sorunlar, kent yaşamı, insanlar arasındaki iki yüzlü tutumlar gibi konulara değinen bir yazar olan Sebahattin Ali, İçimizdeki Şeytan romanı ile insanın, toplumsal sorunlara hem maddi taraftan hem de manevi açıdan ne şekilde tepki verdiği ele alınmış.
Birden fazla karakterin bir araya toplandığı bu eser aslında bir aşk romanı gibi görünse de roman kahramanlarının olaylar karşısında verdikleri tepkilerin analizi oldukça detaylı anlatılmış.
İnsanoğlunun doğru olan yoldan nasıl ayrıldığını herhangi bir olay karşısında nasıl duruş sergilediğinin tasviri için emek harcanmış.
Yaşamda gidilecek iki yol var. Biri en iyi bildiğin doğru yoldan gitmek biri de zorluklarla karşılaştığında durup savaşmadan yanlış yola sapmak. İşte bu romanın kahramanı olan Ömer’de, sevdiği kadın olan Macide’nin tam tersine yanlış yola girerek, suçu ‘İçindeki Şeytan’a’ yüklüyor.
Yazarın verdiği en iyi mesaj ise “Bir insanın kendisine yaptığı kötülüğü on kişi toplansa yapamaz “duygusu oluyor. Boşuna bir suçlu aramanın yersizliğine değinilen bu eseri okursanız, size hissettireceği en önemli ayrıntı bir insan kendisine nasıl olurda bu denli itibar suikasti yapabileceği düşüncesi olacaktır.
Yazar Sebahattin Ali’nin roman içindeki oldukça detaylı betimlemeleri konuyu fazla uzatmasına neden olsa da hikayenin kahramanlarını konuşturuyor olması okurken akıcılık sağlamış.
Hikayenin ana kahramanı Ömer’in “Kendi ruhunun pisliğini bu kadar yakından gören bir adam başkalarının temiz olacağına inanabilir mi?” sözleri aslında gerçek hayatta karşılaştığımız ve sürekli başkalarının temiz olmadığını düşünen insanları hatırlatmadı değil. Hayata at gözlükleri ile bakan ve ön yargının sıklıkla hakim olduğu toplulukların ayakta kalamayacağı duygusu da bu romanda var.
Ömer’in eşi Macide'nin aslında kocasının çevresine gebe sürdürdüğü o bağımlı hayattan vazgeçmeyeceğini anlaması ve bunu “Fakat şimdi, hiçbir faydası olmadığını bile bile, yanlış ve manasız bulduğum şeylere oyuncak olmak, bütün sevgime rağmen imkânsız.” cümlesi ile dile getirmesi bir anlığına da olsa insanın kötü şeyler yapmadan da tüm bunlara şahitlik etmesinin ne kadar güç olduğunu anlatıyor.
Yanlışı bilip doğru olan şeylerden ayrılmamak her insanda bulunması gereken erdemlerden biri. İçimizdeki Şeytan kitabında bu durum anlatılırken insanoğlunun ölümsüz bir eser bırakmadan gidecekse hiç olmazsa doğru şekilde çekip gitmesi gerektiği şu cümle ile anlatılıyor:
“Sen dünyada ne kadar antikalık yapmak istersen hayat da önüne o kadar gündelik hadiseler çıkarıyor. Korkuyorum ki bu, ömrünün sonuna kadar böyle devam edecek ve sen dünyanın parmağını ağzında bırakacak bir iş beceremeden rahmeti rahmana kavuşacaksın.”
İçimizdeki Şeytan romanının da Ömer’in pişmanlık duygusu ile söylediği şu sözler aklımızın köşesinde yer edecek.
“Bir gün, belki on sene oluyor, bir hocam bana: ‘Zekânı mirasyedi gibi harcıyorsun!’ demişti. Doğru... Zekâmı har vurup harman savurdum ve nihayet iflas ettim... Hiçbir şeyim kalmadı... Ben zekâyı radyum gibi bitip tükenmez bir cevher sanıyordum... Onun insan eliyle yetişip gelişen bir şey olduğunu düşünmüyordum... Adam olmak değil, enteresan olmak; bir şey yapmak değil, bir şey yapanlara istihfafla (küçümseyerek) bakacak bir yere çıkmak istiyordum.”
Bu pişmanlık, insan olan herkese ders verecek özettedir. Okurken tüm bunları iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Aslında içimizde şeytan falan yoktur. İçimizde tatmin edilmemiş hırslarımız eğitilmemiş duygularımız vardır. Hayatı yaşarken harcanmamış çaba bu hikayedeki Ömer’in yaşadığı son gibi olacak. Hatta sadece kötülüğü bilip iyiliğe göre yaşayanlar kazanacaktır.
Bu yazı vesilesi ile 2 Nisan 1948'de Kırklareli'nde vahşice öldürülen Sebahattin Ali’yi anmış olalım. Düşündüren ve kendimizi bir kez daha sorgulamamıza sebep olan bu eserin sahibi Sebahattin Ali’yi saygı ile anıyorum.
Sağlıkla Kalın.