Yazmaya başladığı günden itibaren yazılarını yayımlanması için dergilere gönderen Bukowski’nin yazıları hep geri gönderilmiştir.

Charles Bukowski, ne yazık ki öldükten sonra kitapları satılan ve ününe ün katan bir yazardır. Hayatı hem ailesinden gördüğü şiddet hem de parasızlık nedeni ile kötü geçmiştir. Kötü alışkanlıklara olan meyli de bu nedenledir. Başarılı bir yazar olmasına rağmen sizce neden öldükten sonra daha çok okunmaya başlandı hiç düşündünüz mü?

Başarıya gidecek yolu öğreteni olmaması bir yana kendi tercihlerinin dışına ve hatta kalıplarının dışına çıkmayı reddeden bir yapıya sahipliği ile mi ilgiliydi?

Aslında başarıya giden yolun öğrenilebilir bir şey olduğunu bilseydi bu durumun tadını yaşarken çıkarması mümkün olacaktı. Benim düşüncem budur.

Türk Dil Kurumuna göre başarı: “Kişinin yetenek ve yetişmeye bağlı olarak gösterdiği ansal ya da eylemsel etkinliklerinin olumlu ürünü, bir işi istenilen biçimde bitirmek, elde etmek, istediğini bulmak.” olarak açıklanmaktadır.

Tanımını yapmakta en çok zorlandığım konu başarı kelimesi oldu. Kişiden kişiye değişen bir durum başarı.

Bana göre başarı, potansiyelimizde var olanı performansa çevirmektir aslında.

Başarılı olma durumuna, okul ya da iş hayatı ile ilgili sınır koyamayız. Çocuklarını topluma ahlaklı bir birey olarak yetiştiren ebeveyn de başarılıdır. Ağrı dağına tırmanan da.

O halde başarının belli başlıkta tanımını yapmam hatalı olur.

Sokakta hiç tanımadığınız insanlara sorarsanız çoğu başarılı biri olmayı istediğini söyleyecektir. Toplumsal olarak başarılı olma duygusu ile ilişkimizin olduğunu gösterir bir kanıt gibidir.

Peki ya ilgili olmak yeterli mi? Yani ilgimizin olması yeterli bir argüman mıdır sizce?

Herhangi bir eyleme ilgi duyuyor olmamız bir başlangıcı olmadığı zaman anlamını da yitiriyor. Başarılı olabilmenin en başında harekete geçmek yer alıyor. Peki ya başarısızlığı nasıl kabul ediyoruz şimdi ona bir bakalım.

Hiçbirimiz doğduğumuz anda başarısızlık bilgisi ile dünyaya gelmiyoruz. Çocukken böyle bir kavramın farkında değiliz bunu sonradan öğreniyoruz.

Örneğin üç kez üniversite sınavına giren, bu sınavı kazanamayan bir öğrenci dördüncü kez de yine başarısız olacağım hissini düşündüğü için bunu öğrenmiş oluyor. Zaman içerisinde karşılaştığımız olumsuz tecrübeler, kendimizi başarısız bir insan olarak nitelendirmemize neden oluyor.

İnsanlar, bakış açılarına, bilgi düzeylerine ve bize olan inançlarına göre değer vereceklerdir. Bu nedenle, sağır kurbağa hikayesinde olduğu gibi kulaklarımızı dış etkenlere kapatarak ve kendimize inanarak devam etmek daha yerinde olacaktır. Üç kez başarısız olduğumuz bir eylemde dördüncü denemede durumun değişebileceğine inanmak gerekiyor. Başarısız olmaya alışmak yerine öncesinde neyi hatalı yapabileceğimizi bulup yolumuza devam etmeliyiz.

Peki ya başarısız olmanın hayatımıza maliyeti var mıdır?

Elbette vardır. Tüm hayatımızı derinden etkileyecek izler bırakacaktır. Bu nedenle gelişimimize ışık tutan her şeye açık olmalıyız. Herkesin gittiği yoldan değil kendi yolunuzdan gitmeyi seçtiğinizde durum değişecektir. Burada yanlış anlaşılma olmasın sözünü ettiğim şeyler toplumsal değerler değil. Sözün kısası matematik değil de resme ilginiz ve yeteneğiniz var ise nasıl ilerlemeniz gerektiğini zaten biliyorsunuz demektir.

Başarının da maliyeti vardır ancak hayatta bir karşılığı da vardır. Fiziksel ve manevi konforunuzu, elde ettiğiniz başarı belirler. Başarılı olunan herhangi bir şeyden aldığınız haz ya da bir sonraki adımınıza giden yolu açması gibi. Bir kez kendinize inanıp başarılı olduğunuzu gördüğünüzde gerisi geliyor inanın.

Başarıya giden yol için, plan yap, riskleri hesapla ve harekete geç ...

O ödül havucunu hayal etmesi bile güzel.

Altından kalkamayacağınız yük, çözemeyeceğiniz düğüm mümkün müdür?

Konu ne ise hadi kalkın ve plan yapın.

Sağlıkla Kalın.