16 Ağustos 1999 Pazartesi günü hepimizin telaşı başkaydı. İlk iş günüydü. Koşuşturup duruyorduk nereye varacağımızı bilmeden. Herkesin hayat telaşı işte.

O zamanlar, henüz sosyal medyanın olmadığı daha mutlu olduğumuz günlerdi.

Yine hava çok sıcaktı. Ancak sabaha karşı uyuyabilmiştim. 17 Ağustos Salı tembellikten mi sıcaktan mı bilinmez saat 11:40 civarı uyanmıştım.

Sabah kahvaltısını yaparken televizyonu açtım. Elimde televizyonun kumandası koltuğa yığılıp kaldım. Gördüğüm manzara gerçek olamazdı. Ülkemin Marmara’sında gece 03:02’de deprem olmuştu. Şiddeti 7,6 olarak ölçülmüştü. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Haberin sesini duyamadım bir süre. Bu benim bugüne kadar gördüğüm en büyük depremdi.

Türkiye tarihinin gördüğü en büyük depremlerden biri diyordu Ahmet Mete Işıkara.

Ünlü deprem bilimci Ahmet Mete Işıkara, televizyon ekranına çıktığında akşam saatleriydi. Bu büyük yıkımın bilimsel olarak nasıl gerçekleştiğini anlatıyordu. Televizyonun karşısından bir an olsun ayrılmadan izlemeye devam edip gözyaşlarıma hakim olmaya çalışıyordum.

Çok sonra gözümün önünden gitmeyen yıkılan binalar, İnsanların yardım arayışları, enkaz altından çıkarılan insan bedenleri, deprem anı yaşanırken tanık olanların anlattığı ilginç hikayeler …

Tüm bunlar uykusuzluk olarak bana geri dönecekti. Yaşadığım endişe ve üzüntü böyle taçlanmıştı. Dünya bizi konuşuyordu. Güzel ülkemin güzel insanları ölmüştü.

19 Ağustos günü ev halkına o bölgeye gidip yardım etmek istediğimi söyledim. Henüz 23 yaşındaydım.

Güvenlik sorunu yaşayabileceğim söylendi. Gitmek için izin alamadım. Yaşananları karşıdan izlemenin tarifini yapamadım. Kalbim acıyordu. Çok sonra hissettiğim şeylerin tarifini Ahbap Derneği başkanı Haluk Levent yapacaktı.

07 Şubat 2023 günü “insan vinç olmak ister mi, ellerimle enkazı kazmak istiyorum“diyecekti. İşte hissettiğim şeyin gerçek tarifi buydu.

Bu yaşananların tanığı olan, 1999 yılında Marmara depremine İstanbul’da ulusal basında görev yapan arkadaşım o geceyi şöyle anlattı: ‘’ 6 katlı bir apartmanın 5.katında üç arkadaş aynı evi paylaşıyorduk. Gece sarsıntı ile irkildiğimde diğer ev arkadaşım odamın kapısını açtı. Kalkıp yanına gitmek istediğimde yerin eğildiğini fark ettim. Duvara baktığımda üzerime geliyordu. Arkadaşım beni kolonların olduğu tarafa çekti. O sallantı da zaman durmuştu. Hiç geçmiyordu. Diğer ev arkadaşımızın kapısı sıkışmıştı. Zorladık açtık kapıyı. O andaki manzarayı hiç unutmayacağım. Bize dönüp eli ile işaret ettiği yer karşı taraftaki iş hanıydı. O andaki şaşkınlığından mıdır bilmiyorum bize bakın elimle dokunabiliyorum iş hanına demişti. Merdivenlerden iniyorduk. Binanın merdivenleri salıncak olmuştu. Demir kapıyı açtığımızda karşımızda bir polis memuru vardı. Koştum sarıldım. Yeryüzümü yarıldı, diye sordum. Polis memuru tüm şefkati ile saçlarımı okşarken gözyaşlarım onun üniformasına akıyordu. Bizi güvenli bir toplanma alanına götürdü. Çok sonra o toplanma alanı bizim evimiz olacaktı.

Haber merkezine giderken yol boyunca karşılaştığımız manzara içler acısıydı. Sadece çığlıkları duyuyor ve iskambil kağıdı gibi birbirine yaslanmış binaları görüyorduk.

Haber merkezine geldiğimizde resmin bütünü görüyorduk artık. Her şey bir gecede saniyeler içinde yok olmuştu.

Bizim için tüm gece ve gün haberde geçiyordu. Toplanma alanı olarak belirlenen çocuk parkı evimiz olmuştu. Hiç tanımadığımız insanlar bize tabak, çanak, tüp, battaniye getiriyordu. Herkes birbirinin ailesi olmuştu. Hayatım boyunca bu birlik ve beraberliği unutmadan yaşayacaktım.

Bir gün haberden döndüm. Günlerdir doğru düzgün bir şey yememiştim. Parktaki teyzeler bir tabak dolusu sigara böreği uzattı. O sigara böreği tüm çaresizliğimi silmiş insan merhametine olan inancımı kuvvetlendirmişti. Yalnız olmadığımızı bilmek iyi geldi.

Şimdi ne zaman deprem olsa o zaman yaşadığımız birlik ve beraberliği hatırlıyorum ‘’ dedi.

Arkadaşım birçok detay daha anlattı. Ama benim yüreğim yazmaya elvermedi.

17 Ağustos saat 03:02 ‘de bizim gibi hayatları, hayalleri olan insanları bıraktık Marmara ‘da.

Enkaz başında ‘’ Sesimi duyan var mı? ‘’ cümlesi beynimizin içine yerleşecekti.

2010 yılında yayımlanan Meclis Araştırması raporunda ise can kaybı sayısı 18.373 olarak güncellendi. 18.373 farklı hayat.

24 Yıl Sonra …

6 Şubat saat saat 04.17...

7,7'lik sarsıntı sonrası saniyeler içinde binlerce can enkaz altında kaldı... Onlarla birlikte kurulan hayaller, bin bir özenle kurulan yuvalar yerle bir oldu...

Yani tarih tekerrür etti. Talihimiz ne zaman değişecek? Bu soruya cevap bulmak istiyorum.

17 Ağustos Marmara Depremi ve 6 Şubat’ta vefat edenlere Allahtan rahmet diliyorum.

Acılar yaşanırken başka acıları yaşıyoruz yeniden. Sahiden, Sesimizi duyan var mı?

Sağlıkla Kalın.